İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ÜRETİCİ GÜÇLER – ÜRETİM İLİŞKİLERİ DİYALEKTİĞİ

Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (EPEK) kitabının önsözü,  yeni bir toplumun kurulabilmesinin koşullarını ifade ettiği için önemli görülmektedir. Ancak bu önem, yönteme dair bir çaba gösterilmeden yapıldığı için çokça yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Bu yazımız, yeni bir toplumun kurulmasına dair, bahsi geçen önsözdeki teorinin yöntemsel bakışını ele almaktadır. Yazımızın amacı, önsözde bahsedilen “gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretim güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkileriyle ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler.”sözüne yanlış bakış sonucunda oluşan, üretici güçleri üretkenlikle ve üretim ilişkilerini de bilinçle açıklamanın yanlışlığına değinmektir. Marx’ın Felsefenin Sefaleti’nde Proudhon’u eleştirirken ‘esas olarak ekonomi politik konuşurken, metafizik konuşmak zorunda da kalacağım’ demesi gibi, bizde bu yazımızda üretici güçler-üretim ilişkileri çelişkisine metafizik yaklaşımı göstermeye çalışacağız.

Yeni bir topluma geçişi açıklarken bilimsel olduğunu iddia eden herkes, üretici güçler–üretim ilişkisi çelişkisini doğru anlamak zorundadır. Çünkü insanın aklından bağımsız olan ‘gerçeklik’, çelişkileri ile kendini dayatır. Yapılan genel bir yanlış olarak, herhangi bir gerçekliğin çelişkisi, kategorik görülmekte ve çelişkinin düşünce aracılığıyla doğru bir yöntemle çözüleceğine inanılmaktadır. Çelişkinin, mantıksal bir yaklaşım ile aşılabileceği savunulduğu gibi çelişkinin iki yanından biri ile başlamanın yanlışlığı da yapılmaktadır. Oysa yapılması gerekeni Rubin şöyle ifade etmiştir:

 “Bilimin nihai amacı, kapitalist ekonomiyi bütünüyle, insanlar arasındaki üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin kendine özgü bir sistemi olarak anlamaktır. Ancak, bu nihai amaca yaklaşmak için, bilim ilk önce soyutlama yoluyla kapitalist ekonominin iki farklı yönünü birbirinden ayırması gerekir: teknik ve toplumsal-iktisadi, üretimin maddi-teknik süreci ve bu sürecin toplumsal şekli, maddi üretim güçleri ve toplumsal üretim ilişkileri.”[1]  

 Alıntıdaki ‘kendine özgü sistem olarak anlamak’ sözü, yöntemsel bir bakışı ifade eder. Bu anlaşılmadan üretici güçler ve üretim ilişkilerini tek tek ele almak, mekanik bir yaklaşıma sebep olacaktır. Demek ki belirli bir toplumun kurulmasını üretici güçler ile üretim ilişkilerinin çelişkisi ile açıklamalıyız. Yani açıklamaya üretici güçler-üretim ilişkisi çelişkisinin iki tarafından biri ile başlayıp diğeri üzerindeki etkisi ile devam etmek kaba materyalist, ütopik, metafizik ve mekanik bir yöntem olacaktır. Böyle yapıldığı takdirde Marx’ın belirttiği gibi elinizde çelişkiler yığını kalır: “Ekonomik kategorileri böyle sırası ile tek tek ele almakla ve birini ötekinin panzehiri yapmakla, M.Proudhon, bu çelişkiler ve çelişkilere panzehirler karışımı ile ortaya iki ciltlik çelişkiler çıkarmayı beceriyor ve buna da haklı olarak şu başlığı koyuyor. Le systeme des contradictions economiques (ekonomik çelişkiler sistemi)”[2].

Marx, belirli bir toplumdan -üretim tarzından- yeni bir topluma geçişi sağlayanı EPEK’te şöyle belirtmiştir: “Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi de, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak, onun hakkında bir hükme varılamaz; tam tersine bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir.[3]  

Ve bu çatışmayla da  “toplumsal devrim çağı başlar”. Çelişkiyi doğru anlayabilmek için öncelikle EPEK’in önsözünü Marx’ın kullandığı yöntem ile okuyabilmeliyiz. Önsöz, üretici güçleri ya da üretim ilişkilerini belirleyici ve öncelikli kabul edip, başlangıcı birisi ile yapıp sonrasında da seçilen başlangıcın diğeri üzerindeki etkisinden bahsetme yoluna gitmez. Üretici güçlerin gelişmişliğini üretkenlik üzerinden, üretim ilişkilerini de ‘bilinç’ üzerinden ele almak, karşıtların birlikteliğini; tek başlarına var olan iki yanın birbirleri üzerindeki etkisiyle birbirlerinden bağımsızca tarif edilenlerin birlikteliğini sağlamaya çalışmaya yol açar. Marx ise çelişkiyi birleştirmeye çalışmaz veya ortadan kaldırmaz, açıklar ve ‘kaynaştırır’: “Diyalektik hareketi oluşturan şey, iki çelişik yanın birada var olması, bunların çatışmaları ve yeni bir kategori içinde eriyip kaynaşmalarıdır. Sorunu kötü yanın atılması olarak koymak, diyalektik hareketi kısa kesmektir.”[4]

Zor ve doğru olan, çelişkinin uçlarından birini açıklarken, diğerini de içerecek bir şekilde anlayabilmek ve anlatabilmektir. Marx, tek başlarına incelenip sonrasında da birbirleri üzerinde etkide bulunan üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisini anlatmaz. Diyalektik yöntemle bir bakış sunar. Üretici güçlerin gelişmesinin içinde bulunduğu toplumun üretim ilişkileri ile çelişkiye girmesi sözü çok önemlidir. Bu iki sayfalık önsözün tarihsel materyalizmi özetlediğini söyleyebiliriz. Yaygın bir şekilde buraya atıf yapılması, değerlendirmelerin ve yazıların önsöze dayanması da bu yüzdendir. Ancak Hegel’in idealist kabuğunu kırmadan diyalektiğin özü anlaşılmayacağı gibi önsözün anlaşılması için de Marx’ın kullandığı yönteme hâkim olmak gereklidir. Bu önsözün arkasında her şey bir yana Hegel’in kavramlarının diyalektik materyalist kavranması vardır. Dolayısıyla öncelikle Hegel’i anlamak ve sonrasında da Hegel’i materyalist bir gözle de aşmak lazımdır. Ya da en azından yöntem üzerine ciddi bir çalışma yapılmalıdır. Oysa günümüzde anlamayı bırakın, Hegel diyalektiğinin kat kat gerisinde olduğumuzu Marx’ın Proudhon eleştirisi de göstermektedir: “Hegel’in formüle edecek sorunu yok. Onun yalnızca diyalektiği var. M.Proudhon ise, dili dışında, Hegel’in diyalektiğinin kırıntısına olsun sahip değil. M.Proudhon için diyalektik hareket, iyi ile kötü arasındaki dogmatik ayrımdır.” [5]

                                                   &

Marx EPEK’in giriş kısmında yeni bir toplum kuruldu ise üretici güçleri ve üretim ilişkileri var olduğu içindir der: “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal şekillenme asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar”.

Burada önemli olan üretici güçler ne kadar gelişmişti ve üretim ilişkileri ne kadar örgütlü, bilinçliydi gibi iki ucu birbiri dışında kavramaya sevk eden sorularla düşünmekten vazgeçmektir. Üretici güçlerin gelişmesi, içinde bulunduğu toplumun üretim ilişkileri tarafından engellenir ve üretim ilişkilerinin engel olması da  ‘içerebildiği bütün üretici güçler geliştiği’ içindir. Salt üretici güçlere bakıp ve üretici güçlerin gelişmişliğini, üretkenlik üzerinden değerlendirip toplumsal dönüşüme hazırız demek veya salt üretim ilişkileri içindeki sınıfa bakıp örgütlü, bilinçli diyerek dönüşüme hazır olduğunu söylemek yani bu iki ucu ayrılıkları içinde görmeye devam etmekle yeni topluma geçiş analiz edilemez. Belirli bir toplumdan yeni bir topluma geçişin imkânını üretim ilişkilerinde görürüz: Kriz gibi. Üretim ilişkisi,  üretici güçlerin gelişmesinin belirli bir aşamasında engel olarak görüleceğinden, üretici güçlerden bağımsız bir üretim ilişkisi tanımı yapılamaz. Üretim ilişkilerinde kendini gösteren engel olma durumu da tüm üretici güçlerin oluşmasından dolayıdır. Üretici güçlerede üretim ilişkilerinin engel olmasını bırakın, bu ilişkiler dışında ne üretim yapabilir ne de var olabilir.  Yeni bir topluma geçebilmenin gerçekliğini gösteren üretim ilişkileridir: Politik, ekonomik, çevresel, toplumsal kriz ve devrim anlarında olduğu gibi.

Üretim ilişkileri, günümüz ‘Marksistleri’ tarafından insanların birbirleriyle -ister bireysel ister toplumsal denilsin- üretim ve değişim sonucunda kurdukları ilişki olarak ele alınır.  Oysa önsözde anlatılmak istenen üretim ilişkilerinin, içinde bulunduğu toplumun üretici güçlerinin gelişmişliğinin ‘ifadesi’ olduğudur. Üretim ilişkileri, üretici güçler-üretim ilişkisi birlikteliğini ve çelişkisini açıklayacak şekilde anlaşılmalıdır. Üretici güçler ile olan çelişkili birlik unutulmamalı ve daha ilk sözde üretim ilişkisinden bahsederken bu çelişki ile anlatılabilmelidir. Elbette kimse üretici güçler ve üretim ilişkisi birlikteliğini yok saymaz görünür. Ancak genelde üretim ilişkilerini, üretim sürecinde insanların ve içinde bulunulan toplumun bilinç düzeyleri doğrultusunda değerlendirdiğini görürüz. Kısmi ve yüzeysel bir doğruluk içeren bu bakış, gerçekliği ifade etmeye yetmez. Çünkü üretim ilişkisinin gerçekliği, üretici güçlerin gelişmişliği ile açıklanırken, üretici güçlerin gelişmişliğini de üretim ilişkilerinde görebiliriz: bir bütünün iki yanı. Belirli bir toplumun kendini var etme şeklinin iki karşıt birlikteliği.

Lenin de ‘Halkın Dostları Kimlerdir?’ kitabında üretim ilişkilerine nasıl bakılması gerektiği konusunda bize yol göstermektedir: “O zamana kadar, üretim ilişkileri gibi en basit temel ilişkilere nasıl inileceğini bilmeyen toplumbilimciler, siyasal ve yasal biçimlerin doğrudan araştırılması incelenmesine girişmişler, bu biçimlerin söz konusu dönemde insanlığın bazı düşüncelerinden doğduğu gerçeği ile karşılaşmışlar- ve burada durmuşlardı; toplumsal ilişkiler insanlar tarafından bilinçli olarak kurulmuş gibi görünüyordu[6]. Günümüz ‘Marksistleri’ üretim ilişkilerinin, ne ‘insanlığın bazı düşüncelerinden doğduğu gerçeği ile karşılaşmışlar’ eleştirisini anlayabilmekte ne de ‘toplumsal ilişkiler insanlar tarafından bilinçli olarak kurulmuş gibi görünüyordu’yu idrak edip bu yanlışta durabilmektedirler.

Üretici güç-üretim ilişkisi diyalektiği kavranmadığında, Lenin’in dediği gibi, toplumsal ilişkilerin bilinç tarafından kurulduğu savunulmak zorunda kalınır. Günümüz ‘Marksistleri’ bunu savunmuyorlar. Daha da kötüsü, toplumsal ilişkilerin nasıl ortaya çıktıklarını bile sormuyorlar. Biraz tartışmaya girilse ya bilinç dışı dünyanın etkisi –kaba materyalizm- ya da bilincin soyut kategorik üretimi –öznel idealizm- içinde metafizik çözümler önerildiğini görürüz. Kaba materyalizme düşmemek için öznenin etkinliğini de içeren bir söz üretmeliler ki Marx’ın yazdıklarıyla uyuşabilsin. Toplumsal ilişkilerin, önsel bir bilince sahip insanlar tarafından kurulmadığını anlatabilmek, emek ve üretim kavramlarının mekanik ve metafizik bir akıl dışında tanımlanmasından geçer. Burada dikkat etmemiz gereken, bilince sahip olan bir insanın kendisi dışındaki dünya ile temas ederek, hem nesneler ile hem de insanlar ile ilişkiye geçerek, toplumsal ilişkiyi kurduğuna dair yanlışa düşmemektir. Çünkü nasıl olduğu bile açıklanmayan bilince sahip insanın, etkinlikte bulunmasını anlatmak yanlıştır. Bilinçli canlının, emeği ile üretimde bulunarak doğayı ve toplumu dönüştürerek toplumsal ve üretim ilişkisinde bulunduğunu iddia etmek de yanlıştır. Bireyin yerine toplumu koysanız da hata çözülmüş olmaz ve devam eder. İnsanı, doğa ve toplumun karşısına koyup, Marx’ın emek ve üretim kavramlarını diyalektik materyalist şekilde açıklayamazsınız. Marx etkinlik sürecinde, emeği ile etkinlikte bulunan canlının, bu etkinlik sürecinde hem kendisinde hem de kendisi dışındaki doğada dönüşüme sebep olmasıyla; bilince, akla, düşünen canlı olan insana dönüşmesini ve kendisi dışındaki doğa ve toplumun da bu etkinlik sürecinin biçimine, nesnesine ve artık düşünen canlı olan insanın var olma şekli olan emek etkinliğinin uzantısı olan bir doğaya evrilmesini anlatır. İnsan, önce kendi aklına sahip olup sonra da kendisi dışındaki nesneler ve ilişkiler hakkında bir değerlendirmede bulunamaz. İnsan, etkinlik anında bilince sahip olabilir ve etkinlik anında kendisi dışındaki nesneyi görebilir. Öncesinde ve sonrasında süreci anlamaya, öğrenmeye çalışamaz. Bakmamız gereken bu sürecin kendisidir.

Bu eksende Lenin, “Maddi toplumsal ilişkilerin tahlili ( yani insanın bilincinden geçmeksizin biçimlenen ilişkilerin tahlili: insanlar ürünleri değişirlerken burada bir toplumsal üretim ilişkisi olduğunu bile fark etmeden üretim ilişkilerine girerler)”[7]  diyerek, üretim ilişkilerinin bilinçli insan tarafından kurulmayan tam tersine bilincin oluşmasının sağlayanın üretim ve değişim sırasında oluşan ilişkilerin sonucu olduğunu söyler.

                                                  &

Üretim ilişkisinden, çok biçimsel bir kavrayışla, üretim sürecinde bireylerin toplum içinde birbirleriyle kurdukları ilişki anlaşılıyor. Bunu ister metalar aracılığıyla kurulduğu isterse doğrudan bireyler arasında kurduğu söylensin eksik ve yüzeysel bir ilişki biçimi tarifi olarak kalır. Marx bireylerin -‘toplum olarak üretimde bulunan bireyler’– üretim sürecinde ürettikleri ilişkilerinden bahseder. Buradaki üretim, bireylerin, salt maddi üretim sayesinde ve sonucu aralarında kurdukları bir ilişki değildir. Etkinlikte bulunan canlının, üretimle kendisini ve nesneyi var ederek kurulan bir ilişkidir. Yani insanın, emeğiyle, kendinde, doğada ve toplumda üretim etkinliğiyle dönüşümde bulunduğu an üretilen ve kurulan ilişki. Emek ve etkinlik sürecinde insan haline gelen canlı türünden bahsedilmektedir. Emek sayesinde toplumsal bir üretimde bulunarak bilince sahip olan bir türden. Özellikle belirtmeliyiz, insan olarak var olan bilinçli bir türün emeğiyle gelişmesinden söz edilmiyor. Marx, emek sayesinde insanı ayırt eden düşünce ve bilincin oluştuğunu anlatmaktadır.

Burada oldukça önemli bir şey söylenmektedir. Burası anlaşılmadığı takdirde gerçek anlamda Marx’ın felsefesi, yöntemi, teorisi ve böylelikle de gerçeklik anlaşılamaz. Üretim ilişkisi: doğayı ve toplumu anlayan, gören, sorgulayabilen vb. bireyin –üretim ilişkisinin bu tanımına toplumsallık, birliktelik, bağımlılık gibi birleştirici olduğu düşünülen kavramları biçimsel bir şekilde eklemek de gerçekliği açıklamaya yetmeyecektir – üretim yapması ve bu üretim sonucu oluşan ürünler aracılığıyla veya bireylerin doğrudan kendi aralarında kurdukları ilişki değildir. Geniş bir ‘materyalist’ kesim böyle düşünmekte olsa da marx’ın epek önsözdeki bakışı bambaşkadır. Bu ‘materyalistler’, içinde oldukları biçimsel anlayışta hiçbir sorun da görmüyorlar. Üstelik bu yanlış teorik yöntemsel düşünceyle de, belirli bir toplumun -feodalizm, kapitalizm veya sosyalizm- eleştirisi temel olarak üretkenlik ve bilinç üzerinden yapılmaya devam ediliyor.

Üretim ilişkilerinin anlatımına benzer şekilde üretici güçler tanımı da biçimsel yapılmaktadır. Öncelikle üretici güçler ve üretim ilişkileri birbirinden bağımsız var olamazlar. Zaten Marx da “ Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretim güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkileriyle ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler diyerek ” bunu ifade eder. Üretici güçleri, teknik-maddi araçların, ürünleri üretme hızına ve üretilenlerin niceliğine indirgeyerek toplumun ihtiyaçlarını karşılamak şeklinde değerlendirmek bu birlikteliği anlamamaktır. Üretim ilişkilerini de mülkiyet, hukuk ve üretilen ürünlerin bölüşümünden tutup, bireylerin içinde bulundukları toplumdaki davranışlarıyla anlamak oldukça sıkıntılıdır. Burada söylenenlerin vahim yanlışlara gitmesinden daha önemli olan, toplumların üretim tarzlarına bakış açısıdır. Bu bakış üretim ilişkisini bir kenara bırakıp salt üretici güçleri inceler. Aynı şekilde tersi de yapılmaktadır. Üretici güçler ve üretim ilişkisi belirli bir toplumu ifade ederken aynı zamanda kendileri de o toplumda üretilir ve tek başlarına ele alındığında bile diğeri ile birlikte aynı an ve aynı zeminde oluştukları unutulmamalıdır. Bu şekilde doğru ele alınırlarsa, yeni bir toplumun kurulması için gerekli olan üretici güçler tam anlamıyla istenilen gelişmişlikte midir ya da üretim ilişkilerini temsil eden mülkiyet şeklinden hukuka, bireysel bilinçten sınıfsal bilince örgütlülük ve farkındalık gibi sorular olumlu cevaplana bilir mi diye ikilik içinde zaman harcanması gerekmeyecektir. Üretilen ürün ve kurulan ilişkilerin ortaya çıkışı ayrılıkları içinde tartışılmadan; doğa karşısındaki birey ve toplumun, nesnelerde maddi değişiklikte bulunup o günkü toplumsal varoluş düzeyinde üretimde bulunması ile aynı anda ve düzlemde insani ilişkilerin oluşumu ve düzeyi görülüp tartışılıyor olacaktır.

                                                   &

Belirli bir toplumun kurulabilmesi için maddi koşulların oluşması gereklidir. Buna kimse karşı çıkmayacaktır. Sorun maddi koşullardan ne anlaşıldığında başlıyor.  Maddi koşullar, insanın aklı ve bedeni dışındaki doğada üretilen nesneler veya insanların içinde bulundukları toplumda aralarında kurdukları ilişkiler değildir. Maddi koşullar nesneleri ve nesneleri ifade eden kavramsal, düşünsel, hukuki ilişkilerden tutun her türlü nesne üretimi ve üretilen ilişkileri ifade eder.  Dikkat edilmesi gerekli olan en önemli şey maddi nesnelerin yanında ilişkilerin de -düşünce, kategori vb.- üretildiğini anlayabilmektir. İnsan, düşüncesini ve toplumsal ilişkilerini de maddi üretiminde üretiyor. Yani insan, öncelikle sahip olduğu bir bilince yaslanarak ilişki kurmuyor. İlişkiyi ve kendisini de üretiyor. Bu nedenle belirli bir akla ve bilince sahip olup, içinde bulunduğu toplumun üretici güçlerinin gelişmişliğine bağlı ilişki kurduğunu düşünmekte yanlış. Belirli bir toplum içinde üretici güçler ve üretim ilişkilerinde ifade bulan nesneleri ve düşünceleri üreterek bunlara sahip olunur.

İnsan herhangi bir belirli topluma özgü üretimde bulunmak için aletten makineye kadar tüm üretici güçler ve kavramdan bilince ve hukuki ilişkilere değin tüm üretim ilişkilerini de üretim etkinliği anında oluşturur. Marx etkinlik öncesi ve sonrası bir düşünsel zeminden bahsetmez. Asloan üretimdir, üretici güçlerin durumu önemlidir. Ama üretim salt maddi ihtiyaçları üretmek olarak anlaşılmamalıdır. Üretim aynı zaman da herhangi bir şey üretmenin aklını, ihtiyacın ne olduğunu ve en önemlisi bakmayı, görmeyi, düşünmeyi ve bilinci de üretmektir.“İktisatçı M.Proudhon ise, insanların, kumaş, keten ve ipekli maddeleri belirli üretim ilişkileri içinde yaptıklarını çok iyi kavrıyor. Ama onun kavrayamadığı şey, bu belirli toplumsal ilişkilerin tıpkı keten bezi, vb. gibi insanlar tarafından üretilmeleridir. Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar.[8]

 Bu sıkı sıkıya bağı görmezseniz, kendinizi, önünüzde üretici güçlerden oluşan maddi-teknik araçların gelişmişlik düzeyine göre toplumlardaki dönüşümü tartışır bulursunuz. Ya da bu mekanik bakışın diğer yanı olan toplumdaki üretim ilişkilerine bakıp sınıfsal gelişmişlik, örgütlülük ve sınıf bilincini ararsınız. EPEK’in önsözündeki üretici güçlerin tam anlamıyla gelişmesi, salt toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir üretkenliği anlatmaz. Aynı zaman da üretim ilişkilerinin engel olması da salt bilinç düzleminde, üretkenlik yeterince gelişmiş ve artık bu zulme de son verelim diyecek bir bilinçlenme durumunu ifade etmez. Sadece teknik ve akılsal bir konuya bakmıyoruz. Üretici güçlerin gelişmişliğini üretim ilişkilerinde görebilirken, bu üretim ilişkilerini de görebilmemizi sağlayan üretici güçlerin gelişmişliğidir. Toplumsal bir durumun maddi-teknik ve ilişkisel yanlarına, metafizik bir ikiciliğe ya da ayrıma düşmeden diyalektik bakabilmeliyiz.

Diyalektik materyalizmi bolca övmeye rağmen ona hakim olamamak Lenin’in Lessing’den aktardığı şu satırlardaki duruma çok benzer: Bir Klopstock’u kim övmez ki?/ Ama herkes onu okur mu? Hayır./ Daha az göklere çıkarılmak,/Ama daha gayretle okunmak isterdik!  

Hegel’i anlayıp aşmadan kendisini sınıfın öncüsü görenlerin, Marx’ı övmek ve sözlerini tekrarlamak dışında karşılıkları olmayacaktır. Hegel’i aşmak için gayret edenler ise yeni topluma geçişi sağlayacaklardır. Çünkü Marx ve Engels teorik ve yöntemsel olarak, üretici güçlerin gelişmesini engelleyen üretim ilişkileri çatışmasının, yeni topluma geçişin maddi koşullarının yaklaşık olarak 200 yıldır gerçeklik olarak var olduğunu açıklamışlardır. Elbette sınıf savaşında teorik-pratik bir örgütlülükle mücadele eden özne olarak bir partinin zorunluluğu tartışılmazdır. Bu zaman zarfında yeni toplumun kurulamaması, öznenin, bu çelişkinin diyalektiğini anlayamamasından ve sınıf savaşımında Lenin öznelliğinde ifade bulan teorik-pratik yeterliliğe sahip bir partinin devamının sağlanamamasındadır.

Bu yazı https://sendika.org/2023/07/uretici-gucler-uretim-iliskileri-diyalektigi-688078/ sitesinde yayınlanmıştır.


[1] Isaak Illıch Rubin, Marx’ın Emek Değer Teorisi. çev: Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2010, s. 8

[2] Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Ankara, 2007,s.112

[3] Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev: Sevim Belli,  Sol Yayınları, Ankara,1974, s. 24

[4] Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Ankara, 2007,s.112

[5] Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Ankara, 2007,s.111-112

[6] Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara, 1990, s. 14

[7] Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara, 1990, s.15

[8]  Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Ankara, 2007, s.109

Yorumlar kapatıldı.