İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mahmut Boyuneğmez’in Realist/Bilimsel Düşüncesinin Eleştirisi

Mahmut Boyuneğmez bu sitede yayınlanan ‘Diyalektik: Bir mantık mı, bir yöntem mi?’ başlıklı makalesinde Marx’ın düşünce biçiminin realist/bilimsel düşünme yöntemleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini öne sürdü. Diyalektiğin bir yöntem olmadığının açık olduğunu ve realist düşünme yöntemlerinin kullanılmasının, ulaşacağımız bilgilerin doğruluğunu sağlayacağını söyledi. Boyuneğmez’e göre zaten, Marx’ın ya da diğer bilim insanlarının da incelemeleri sırasında kullandıkları realist düşünme yöntemleri değil miydi?

                Boyuneğmez’in iddiasına göre Marx’ı ve bizi gerçekliğin bilgisine ulaştıracak bu realist/bilimsel yöntemin içeriğin de ‘tümevarım, tümdengelim, analiz, sentez, analoji, karşılaştırma gibi yöntemler de kullanıl’masının ve bunlara, makalenin başında kısaca yer verilmesinin yanında, diyalektiğin bu listede olmaması doğaldır. Zaten yazısını da “diyalektiğin bir yöntem olmadığı çok açıktır” cümlesiyle noktalar. Öncelikle Boyuneğmez’in, Hegel’in ‘idealist diyalektik yöntemi’ olarak bir paragraf ayırdığı diyalektik üzerine duracağız. Sonra Boyuneğmez’in realist/bilimsel yöntem içinde değindiği diğer başlıkları değerlendirmeye çalışacağız.

                Diyalektik Neymiş

                Boyuneğmeze göre;Hegelci üçleme olarak adlandırılabilecek olumlama-olumsuzlama-sentez şeklindeki akıl yürütmeye, idealist diyalektik yöntem denebilir. Örneğin özdeşlik ile farklılık, tez-antitez olarak dikkate alınırsa, değişim sentez (bireşim) olarak kavranmaktadır. Fakat bu akıl yürütme yolu/yöntemi kurgusaldır, idealisttir. Çünkü özdeş olmak ile farklı olmak düşünsel olarak soyutlanmış iki kavramdır. Bu iki kavram arasındaki karşıtlık/çelişki düşünceler alanında bulunur. Gerçeklikte olan ise değişimdir. Özdeş olan, görece değişmeden kalan özellikler olarak, farklılık ise bazı özelliklerinde değişen olarak düşüncede karşıtlaştırılır. Nesnel gerçeklikte var olan değişim içerisindeki bir nesne, bazı yönlerden görece değişmeden özdeş kalan özelliklere sahip olarak soyutlanırken, diğer bazı yönlerden farklılaştığı düşünülür. Bize göre buradaki karşıtlık/çelişki kurgusal/düşünseldir ve nesnel gerçekliğe ait değildir.”

                Hegel’e göre, nesne olarak karşımızda olan gerçeklik, Mutlak Tin’in, cisimleşmiş halidir ki biz bu nedenle gerçekliği bilebiliriz. Gerçeklik üzerine konuştuğumuzda da Hegel’e göre ‘Tinin Görüngübilmi’ içinde konuşuruz. Mutlak Tin’i, insanın düşüncesinin dışına ve üstüne konumlandırmaya neden gerek duyar Hegel? Çünkü gerçekliğin bilgisini oluşturmada yer alan kavram ve kategorilerin nereden geldikleri, nasıl oluştukları başka türlü açıklanamazdır Hegel için. Diyalektik yöntemin dev bir uygulayıcısı olan bu düşünür, gerçekliğin algısının kategorilerinin ve düşüncenin evrensel ve zorunlu kavramlarının, nesnelerden, dolayımsız olarak insan bilincine yansıyamayacağını ya da daha ilkel bir düşünce şekli olarak insan düşüncesinin bu kavram ve kategorileri soyutlama ile yaratamayacağını açıklıkla görür. Hegel, bu diyalektik çözümlemelerinin doğruluğuna karşın, son erimde kategorileri ve kavramları toplumun etkin varoluş süreçleri içinde görmeye sıçrayamadığı için, idealist bir çözümle Mutlak Tin’e yönelir. Hegel diyalektiği öylesine yetkindir ki bu diyalektik, idealist bir sapma olan ve Mutlak Tin’de vücut bulan tanrısının mistik bir yapıda olmasına bile izin vermez. Hegel’in tanrısı, gerçek dünyanın gelişmesi ile gelişen, değişen, dönüşen bir tanrıdır ki dinsel tanrı tariflerine hiç benzemez. Ancak elbette bu onun idealist bir sapma olmasını etkilemez.

                Bu kısa Hegel seriminden sonra Boyuneğmez’in sözlerine gelelim. Hegel’e göre gerçekliğin bilgisi salt akıl içi bir soyutlama etkinliği değildir, dolayısıyla hiçbir aşaması kurgusal değildir. Boyuneğmez’in verdiği örnekten devam edersek, gerçekliğin bilgisi için ihtiyaç duyulan ‘özdeşlik’, ‘farklılık’ kategorileri soyutlama değildir, olamaz. Zaten sorun, Boyuneğmez’in hiç görmediği de bu kategorilerin nereden kaynaklandığı sorunudur. Bu kategorilerin, nesnel gerçeklikten dolayımsız olarak kaynaklanamayacaklarını, nesnel idealistlerden ve Kant’tan beri epeydir biliyoruz. İşte Hegel bu noktada tüm bu kategorilerin kaynağı olarak Mutlak Tine yönelir. Kategorilerin kaynağı Mutlak Tin’in cisimleşmesidir. Dolayısıyla Hegel’in tüm kategorileri, Boyuneğmez’in sandığının aksine, salt somuttur. Hegel’in yanılgısını oluşturan idealist sapmanın, diyalektikle bir ilişkisi yoktur hatta Hegel’in, ‘Mantık’ kitabının notlarında Lenin, Hegel’in en çok diyalektik tarihsel materyalizme yaklaştığı yerin, onun ideali ve idealin mutlaklığını anlattığı son bölüm olduğunu söyler.

                Marx, Hegel’in, Mutlak Tin’in cisimleşmiş halleri oldukları için salt somut olan kategorilerinin aynı zamanda soyutta olduklarını ekler. Marx, düşünceyi, etkinliğiyle doğayı ve kendini dönüştüren toplumsal insanın, etkinliğinin bir bileşeni, bir unsuru, etkinlikten ayrı olmayan ve ondan önce gelmeyen bir parçası olarak ifade etiğinden, Marx’ın kategorileri tam da diyalektiğin dediği gibi hem soyuttur hem de somut. Marx, kategorileri ve kavramları, toplumsal yaşamını üreten insanın, bu etkinliğinin, bilinç bileşeninin, nesneler üzerinde bıraktığı izler, ‘bilincin biçimleri’ olarak açıklar. Bu nedenledir ki diyalektik, salt düşüncenin değişim ve gelişim süreçlerinde değil, maddi nesnel dünyanın değişim ve gelişim süreçlerinde de önümüzdedir. Bu nedenle Lenin, Marksizmin, ‘mantığı, diyalektiği ya da bilgi teorisi’ için “üç kelimeye gerek yok: bu tek bir şeydir” der.

                Bu noktada Boyuneğmez’in yukardaki alıntıda değindiği bir başka şey olan, çelişki kavramına değinelim. Metafizik ile diyalektik arasındaki en temel noktalardan birisini oluşturur çelişki. Temel soru şudur: Hareket eden gelişen bir nesnelliğin çelişkisi, nesnelliğin bilgisine yansır mı? Kavramlarının, belli kategorik belirlenimler üzerinden soyutlanarak kurulduğunu düşünen hiç bir tez (örneğin; pozitivizm, ampirizm, kaba materyalizm ve elbette bilimsel realizm) ulaştığı kavramların çelişki içermesine onay veremez. Metafizik mantık içinde hareket eden bu yaklaşımlar, nesnelerin, gerçekliğin, gelişim ve hareketin çelişki taşıdığını kabul ederler ancak, düşüncenin tüm bunlar üzerine kurduğu kavramlarda, fikirlerde çelişki olamayacağını öne sürerler. Metafizikçi bile olsa bilimsel bir gözlemci, nesnenin çelişki taşıdığını açıklıkla görür, onun derdi nesnedeki çelişki değildir, onun derdi soyut genel olarak kurduğu kavramının, nesnesindeki çelişkiye rağmen çelişki içermemesi isteğidir. Buna bir örnek olarak Boyuneğmez’in de alıntıladığı Ollman’a bakabiliriz.

                Diyalektiğin dansını bildiği iddiasına rağmen tam bir metafizikçi olan Ollman, Marx’ın ekonomi politiğinin kategori ve kavramlarının içerdiği çelişkiden kurtulmanın yollarını arar. Ollman, yaptığı bir alıntıda söylediği gibi, Marx’ın çelişki içeren kavramları, bir bakıyorsunuz tilkidir, bir bakıyorsunuz yarasadır. Bu diyalektik çelişkiden kurtulmanın yolunu Ollman, soyutlama düzlemleriyle bulur. Hem Marx’ın kavramlarını onaylar gözükmek hem de bu kavramlardaki diyalektik çelişkiyi yok edip, metafiziksel bir tutarlılığa ulaşmak çabasıyla Ollman, her kavramı soyutlama düzlemleriyle parçalara ayırmayı önerir. Bu pek ‘dahiyane’ önerisiyle diyalektik kavramların yarattığı sorun ortadan kalkacaktır. Değer, para, fiyat vb. gibi, ama özellikle nesnel sınıf kavramı gibi kavramlar ‘hem o hem o’ çelişkisi mi içeriyor, Ollman sorun etmez. Başka başka soyutlama düzlemleriyle nesnel sınıf kavramını metafiziğin ‘ya o yada o’ halindeki çelişkisiz haline çeviriverir. Tabi bu süreçte Marx’ın nesnel, evrensel ve zorunlu sınıf kavramı, öznel soyut ve genel sınıf kavramına dönüverir.

                Boyuneğmez de çelişkiyi tutarlı bir teke indirgemek istiyor ancak bunu metafizikçilerden bile geri bir noktadan yapmaya çalışıyor. ‘Bize göre buradaki karşıtlık/çelişki kurgusal/düşünseldir ve nesnel gerçekliğe ait değildir’ diyerek, nesnel dünyanın çelişki içermediğini, çelişkinin, düşüncenin nesnesini kavramsallaştırması sırasında oluştuğunu söylüyor. Hatırlatalım, diyalektik veya metafizik yöntemi uygulamaları  fark etmeksizin, günümüz bilimsel dünyası önümüze çelişki içeren sonsuz sayıda nesnellik serimliyor. Işık hem dalga hem parçacık, çift yarık deneyinde hem dalga hem parçacık olarak hareket ediyor. Işık parçacık olduğu için güneş panelleri elektrik üretebilirken, dalga olduğu için radyo dalgalarını kullanabiliyoruz, değil mi? Metafizikçilerin, bu gerçeklik karşısında, nesnel çelişki vardır ama bu çelişki kavramsal düzlemde oluşmaz, oluşanı ben düşünsel gelişme ile aşarım şeklindeki söylemlerinin sığlığının çok gerisinde bir iddia olan, nesnede çelişki yoktur, kavramsallaştırırken, aklın içinde ve sürecinde çelişki yaratıyoruz iddiası umarız Boyuneğmez’in kalem sürçmesidir. Değilse, en kaba materyalist yansıma teorisinden bile geri bir noktayı işaret ediyor demektir bu yaklaşım ki bizi bilinemezciliğin en derinine de sürükler. Boyuneğmezin bu iddiasından sonra yani çevresindeki nesnel dünyada olmayan çelişkiyi, bilme sürecinde üreten bir bilinç ile açıklaması sonrası, Marksist bir cümle değil metafizik bir cümle bile kurulamaz.

                Hepimizi kurtaracak olan realist düşünme yöntemi neymiş?  

                Boyuneğmez, kurtarıcı olarak sunduğu realist/bilimsel yöntem için şöyle söyler, “Marx’ın ya da diğer bilim insanlarının incelemeleri sırasında kullandığı realist düşünme yöntemlerini, uygun durumlarda günlük hayatımızda ve araştırmalarımızda kullanmamız, ulaşacağımız bilgilerin doğruluğunu sağlayacaktır.” Marx’ın da bu yöntemi kullandığı ve diyalektik tarihsel materyalist yöntemin kapsam dışı olması gerektiği konusunda Boyuneğmez oldukça iddialıdır. Boyuneğmez realist/bilimsel düşünme yönteminin içeriği konusunda da şu açıklamayı yapar; “Toplum bilimleri alanında realist/bilimsel düşünme yöntemleri arasında, soyutlama süreçlerinde ilişki/etkileşimlerin kapsamını doğru belirleme, farklı genellik düzeylerinde soyutlamalar yapıldığının farkında olma, perspektifsel soyutlama yöntemlerine ek olarak, tümevarım, tümdengelim, analiz, sentez, analoji, karşılaştırma gibi yöntemler de kullanılır.” Realist/bilimsel yöntemin bu içeriğini de, Ollman’dan aldığı soyutlama şekilleri dışındakileri, yazısının başında bize sunar. Marx’ın yöntemi olduğu iddia edilen ve bize de önerilen bu gerçeğe ulaşma yolunun bazı bileşenlerini Boyuneğmez ile birlikte takip edelim.

                Tümevarım-Tümdengelim

                Boyuneğmezin tarifi şöyledir:Muhakemenin (akıl yürütmenin) iki temel yöntemi, tümevarım ile tümdengelimdir. Gözlenenlerden, olaylardan genel ve kapsayıcı ilkelere, genellemelere, yasalara ulaşma yoluna, tümevarım denir. Genel ilkelerden özel, tekil olanlara, örneklere, olaylara ulaşma yolunu ise tümdengelim olarak adlandırırız. Tümevarımda (indüksiyon), deney ve gözlem yoluyla varılan sonucun bundan sonra da her gözlem ve deneyde gerçekleşeceği beklenir fakat varılan sonuç kesin doğru sayılamaz. Ulaşılan sonucun yanlışlanabilme özelliği vardır. Tümdengelimci (tam eş anlamlı olmasa da dedüktif) akıl yürütmede ise, başlangıç öncülleri doğru ise, akıl yürütmenin sonucu kesin doğrudur.

                İnsanın çevresi olgu ve fenomenlerin bir çorbası olarak, bilincinin dışında durmaktadır. İnsanın bu çorba içerisinden gözlem yapabilmesi ve ilişkili gözlemler üzerinden deneyim edinebilmesi için, bu olgu ve fenomen yığınını ayrımsayacağı bir belirlenimler setine ihtiyacı vardır. Bu belirlenimler olmadan insan bırakın düşünmeyi algılayamaz bile. Bu belirlenimlere bilincin ve algının kategorileri diyoruz. Bu noktaya kadar yani kategorilerin gereği ve işlevi bakımından düşünürler arasında pek bir ayrım yoktur, ayrım bu kategorilerin nasıl edinildiği nereden geldiği noktasında başlar. Algı ve bilinç için gereken uzam kategorisi, zaman kategorisi, nitelik kategorisi, nicelik kategorisi ya da Boyuneğmez’in örneğinde kullandığı özdeşlik kategorisi, farklılık kategorisi, nasıl oluşur nereden gelir. Tümevarmak ya da tümdengelimi oluşturmak için ihtiyacınız olan bu kategorilerin açıklanması şarttır. Ancak pozitivizm gibi, ampirizm gibi, realizm gibi düşünceler bu kategorilerin nedenlerini nasıllarını tartışmadan onları kullanırlar yani aslında kategorileri metafizik alandan çekinmeden alırlar. Realizmin özelinde, kategorileri dolayımsız olarak nesnel alandan alma ve açıklama konusu yapmama durumu, açık metafizik kabuller içerir. Üstelik realizm, bu metafizik kabulün farkındadır ve düşünsel tutumunun bir parçası olarak da boyutlandırır. Marx’ın realizm düşünce yapısı içinde olduğunu söylemek, ekonomi politiğin kategorilerini açıklamadığını ve onları metafizik alandan devraldığını söylemekle aynı şeydir. Oysa biz Marx’ın, toplumsal insanın algısının ve bilincinin kavram ve kategorilerini, toplumsal insanın varlığını üretme sürecindeki etkinliğinin bilinç bileşeninin ‘biçimleri’ şeklinde, nesnel düzlemde ve diyalektik içinde açıkladığını görebiliriz. Boyuneğmez ise kategorileri, bırakın tartışmayı, görmez bile. Bu körlüğü ile onları metafizik alandan alarak kullandığının ve bununla da çok ‘bilimsel’ bir yol aldığının sanısına kapılır ve hepimizi bu metafizik alana davet eder tüm iyi niyetiyle.

                Boyuneğmez, tümevarım ve tümdengelimi ayrılıkları içinde tarif eder. Onları iki yöntem olarak sunar. Bu sunumda kendimizi, tümevarımda, nasıl mümkün olmuşsa tümelleri olmadan bizim konumuz olabilmiş tikellerin içinde bulurken, tümdengelimde, hiçbir tikele bağlı olmadan hipotezler şeklinde tümel kavramlar savurabilecek bir sahte özgürlük durumunda buluruz. İşte realizmin, pozitivizmin, ampirizmin vb. gerçek ‘bilimsel’ dünyası. Bu ayrılığı en azından biçimsel olarak gideren ve eklektik bir tümevarım-tümdengelim birlikteliği öneren hipotetik-dedüktif akıl yürütme modeli bir bütünlük oluşturmaz. Bu sahte birlik tarifi sizi yanıltmasın, hipotez oluşturma ve bunları sınama düzleminde bir eklektik birliktir bu isim altında kurulan. Ayrılıklarına dokunmadan sadece biçimsel bir birliktir önerilen.

                Ayrılıkları içinde tümevarım ve tümdengelim bize çok ‘bilimsel’ çıkmazlar sunar. Tümevarımla bir kavrama ulaşmak için, o kavramın altındaki tikelliklerin tümünün verilerine ulaşmış olmak gerekir ki bu sayede verilerin soyut genellemesi ile gerçek kavramın oluşturulduğu söylenebilsin. Ama ampirik deneyim doğası gereği sonsuzdur yani soyut genel kavramınızın içeriği hakkında tam bir gerçekliğe ulaşmak bu şekilde imkansızdır. Eksik tümevarım sorunu olarak ifade edilen sorun pozitivist, realist, ampirist için öyle aşılmazdır ki en sonunda bunu ‘bilimsel’ olarak yok farz etmeyi önerenler olur. Hume, geçmiş deneyimlerimizin gelecek deneyimlerimizle uyuşacağını farz etmezsek, bilim yapamayacağımızı söyler. Pozitivistler, realistler vb. en keskin, apaçık ‘bilimsel’ yöntemleriyle, soyut genellemelerin ötesine geçmemekle malul kavramlarını kurtarmak için, farz ediverirler.

                Pozitivist, realist, ampirist için tümdengelim, nereden geldiği belli olmayan bir vahiyle, insanın  hipotez olarak bir tümeli savuruvermesi anlamına gelir. Tabi sonrasında ‘bilim’ yapmak için bu hipotez sınanmalıdır. Einstein, hipotezin, sınamayı belirlediğini, nereye bakılacağının sınırlarını çizdiğini yani neredeyse kendi işine gelen verileri görüp, kendini onaylayan süreçleri kabul ettiğini söyler. Bu şekilde, hipotezin kurulduğu ve sonra da sınandığını iddia eden yöntem açıklamasının yarattığı komik durumu açıklıkla saptar ve eleştirir. Einstein, salt tümdengelim bir hipotezin yani tikellik üzerinden gelişmiş olmayan bir tümelin, kendiliğinden, akılda vücut bulamayacağını deneyimiyle görmektedir. Akla gelen bir hipotezin sınanmasıyla bilimsel süreçlerin ilerlemediğini ondan iyi bilen olamaz herhalde.  Kendisi Spinoza hayranı olduğundan, tümel-tikel birliğinin tartışmalarına aşinadır. Üstelik bilimsel dehasının kaynağını da Spinoza bilmesi olarak ifade eder.

                Boyuneğmez’in bize bilim yapmanın iki temel yöntemi olarak ayrılıkları içinde sunduğu ve açıkladığı tümevarım ve tümdengelim tümüyle yanlıştır. Daha doğrusu pozitivizmin, realizmin vb. formel ve yanlış tarifini genel bir doğru olarak sunmaktadır diyelim. Realizmin pek ‘bilimsel’ bir yöntemle oluşturduğunu iddia ettiği kavramların, ‘soyut genel’ içinde kaldığı ve gerçek kavramların Marx’ın ve birçok nesnel idealistin ve Kant’ın gösterdiği gibi ‘somut evrensel’ olduğu, ‘evrensellik ve zorunluluk’ içerdiği unutulmamalıdır. Daha ayrıntılı açıklamalar elbette makalenin sınırlarını aşacaktır.

                Bir de Boyuneğmez’in değindiği ve olumladığı meşhur ‘yanlışlanabilme’ özelliğine değinelim. Boyuneğmez’in tümevarımla ulaşılan bir sonucun kesin doğru sayılamayacağı, yanlışlanabilme özelliği içerdiği şeklinde sunduğu, Popper’in argümanıdır. Boyuneğmez’in, ‘tümevarımla ulaşılan sonuç da kesin doğru sayılmaz, sonucun yanlışlanabilme özelliği vardır’ diyerek, sanki tümevarımla ulaşılan sonuçların yanlışlanabileceği şeklindeki sunumu doğru değildir. Poper’in esas derdi tümelin yanlışlanabilir olarak baştan konumlandırılmasıdır. Poper diyalektik yönteme sahip olmadığından düştüğü çıkmazda, yukarıda açtığımız tümevarımın kısıtları ile tümdengelimin keyfiyeti ilişkisini aşmanın yollarını aramaktadır. Bu çabası ve sorunu görme şekliyle, yanlışta olsa takdire şayandır. Popper, tümel olmadan, tikellerle, sonsuz ampirik veri içinde bilim falan yapılmadığını görebilmiştir. Bu nedenle tümeli öncelemeyi önerir ama tümelin önceliği durumunda oluşan belirleyici zorunluluk aşılmalıdır. Popper, tikel-tümel ayrımı içinde kalmıştır ve onu aşabileceği diyalektikten yoksundur. Elinden gelenin en iyisini önerir aslında; tümeli önceleyelim ama onun yanlışlanabileceğini de söyleyelim. Bu durumun yarattığı metafiziğin farkında olacak kadar da yetkindir Popper. Bilimsel çalışma yapabilmek için bazı metafizik kabullerin yapılmasının gerekli olduğunu da açıklıkla söyler. Popper diyalektikten yoksundur demiştik, düzeltelim, diyalektiği, yanlışlanamaz olduğu için baştan bilim dışı ilan eder. Diyalektiğin, ‘hem soyut hem somut’ demesi mesela ya da ‘hem parçacık hem dalga’ demesi, Popper için kabul edilemez bir yanlışlanamazlığı ifade eder. Popper, pırıl pırıl bir metafizik içinde, çelişkili maddi alemin, çelişki içermeyen kavramlarıyla, ‘ya o yada o’ metafizik netliği içinde ‘bilim’ yapılabileceğine inanır. Ayrıca Popper, Boyuneğmez’in aksine, Marx’ın diyalektik yöntemini görebildiğinden, sağlam bir Marksizm karşıtıdır, Marksizmin on paralık bilimsel değeri olmayan bir yanlışlanamaz tümel fetvalar toplamı olduğunu düşünür. Boyuneğmez’in, pek ‘bilimsel’ bulup akıl yürütmenin doğru yolu içinde onaylayarak bize sunduğu ‘yanlışlanabilirlik’ özelliği, bilim dışı bir metafizik kabuldür, bilimsel yöntemi kavrayamamanın çaresizlik içindeki itirafıdır ve tüm Marksistlerden, kendilerine yönelik bu eleştiriye karşı ciddi diyalektik cevaplar verilmesini beklediği de açıktır.

                Analiz-Sentez

                Boyuneğmez analiz ve sentezi iki yöntem olarak şöyle ifade eder; “Araştırmalarda-incelemelerde kullanılan diğer iki yöntem analiz ve sentezdir. Analizde, bir bütün/sistem, süreç ya da nesne, bileşenlerine, öğelerine ayrılarak işlevleri, etkileşimleri ve ilişkileri incelenir. Sentezde, bileşenlerin/öğelerin etkileşimleri ve ilişkileri incelenerek, sistemin yapılanışı, eş deyişle düzeni ve işleyişi hakkında bilgiler oluşturulur.” Diyalektik tarihsel materyalist yöntem yerine kullanmamızı önerdiği, Marx’ın da bunu kullandığını iddia ettiği, realist/bilimsel yöntemin bir içeriği ile daha karşı karşıyayız. Boyuneğmez’in kolaylıkla üzerinden atladığı, bir yargının analitik ve sentetik halini Kant, bizim için de ufuk açıcı olabilecek bir perspektifte tartışır.

                Kant düşünce ile gerçekliği yani madde ile bilinci ayırdığı için, nesnenin, o nesneye ait olan kavramıyla ilişkisinin nasıl kurulduğu konusunda çözüm üretmek zorundadır. Algımızı ve bilincimizi oluşturan kavram ve kategorilerin, dışımızdaki dünyadan dolayımsız olarak elde edilemeyeceğini gördüğünden ve yukarda anlattığımız çerçevede pozitivistler, realistler kadar sığ da olmadığından, kategorilerin insan aklı tarafından kurulduğu açıklamasına yönelir. Kategorilerin insan aklının deneyim öncesi sahip olduğu belirlenim olarak tasavvur edilmesi, kategorilerin kaynağı olarak metafizik bir tariftir kuşkusuz. Ancak Kant bize, a priori olarak yani deneyim öncesi kategorileri içermeyen bir aklın algıyı oluşturamayacağını, kavramları da, evrenselliği ve zorunluluğu içinde inşa edemeyeceğini göstermesiyle öne çıkmaktadır. Sonrasında Hegel diyalektiği, kategorileri, nesnel idealist bir zeminde de olsa etkinlik ile bağlarken, Marx bu diyalektiği idealizminden kurtarıp, kategorilerin ve elbette ekonomi politiğin kategorilerinin de toplumsal insanın varoluş etkinliğinin bilinç bileşeninin nesnel dünyadaki ‘biçimleri’ olduğu açıklamasını getirebilmiştir.    

                Kant’tan, analitik ve sentetik yargı örnekleri alalım. Analitik bir yargı; ‘tüm cisimler uzamlıdır’. Uzamlı olmak cisimlerin kapsadığı bir belirlenim olduğundan, analizle çıkarsanabilirdir. Peki bu yargıya ulaşmak için ne gereklidir, uzam kategorisinin varlığı. Kant, uzam ve zaman gibi kategoriler olmadan dış dünyanın algısının mümkün olmadığının ayırdındadır, tıpkı Marx’ın görme edimini mümkün kılan kategoriler olmadan bilinçli görmenin mümkün olmadığını söylemesi gibi. Marx’ın, bir canlının görmesi ile bilinçli bir görmenin, duymanın vb. aynı olamayacağının ayrımını da bize kategoriler üzerinden açıkladığı gibi. Marx’ın düşünce düzlemine sahip olmayan Kant için uzam kategorisi a priori yani deneyim öncesi olarak bilincimizde vardır. İlginç ve günümüzde de birçok Marksizm dışı ve karşıtı tartışmanın kaynağı olan a priori sentetik yargıları da benzer bir süreçte tartışır Kant.

                Deneyimle ulaştığımız yani a posteriori sentetik yargıların çok bir ilginçliği yoktur. Ancak deneyim öncesi, gerçek olarak bilebildiğim yani soyut genel kavramını değil, somut evrensel kavramını oluşturabildiğim a priori sentetik yargılar ilginçtir. Bir a priori sentetik yargı örneği olarak ‘iki nokta arasındaki en kısa yol doğrudur’ verilebilir. Matematik, kuramsal fizik gibi alanların yargılarını oluşturur a priori sentetik yargılar. Analiz ve sentezlerimizin mümkün olmasını sağlayan kategorilerimizin kaynağını Kant gibi a priori gören günümüz düşünürleri, bu yargılardan çok kapsamlı çözümlemelere yönelmişlerdir. Sentetik yargılarımızla oluşmuş matematiğimizin kategorileri Kant’ın dediği gibi aklımızın içinde kuruluyorsa, o zaman bu kategorileri farklı bir şekilde kurmak, gerçekliği, evrensel ve zorunlu kavramlarımızı değiştirebilir mi? Ya da tersten aklımızda kurduğumuz bir yapı olarak mı gerçekliğe ulaşıyoruz? Bu sorulara yaslanan ve kaynaklarını Kant’ın a priori kategorilerinden alan ve hepsi diyalektik tarihsel materyalizm eleştirisi yüklü kuramlar, Marksistlerin bilimsel karşı çıkışlarına hasrettirler.

                Matematiksel a priori sentetik yargılar demeti olan Öklid kuramının dışında da matematik yapabildiğimizin görülmesi bu soruları derinleştirdi ve destekledi. Gerçeğin zorunlu evrensel kavramlarına, aklımızda kurabileceğimiz kategori setleri ile ulaşabileceğimiz düşüncesi, kaynağına kısaca değindiğimiz Kantçı kategoriler çözümlemesinden alır. Buradan başlayan ‘modern’ burjuva düşüncesi, aklımızın kurduğu kategori ve kavram dünyasını ‘dil’de buldu. Dili, aklın içinde kurulmuş bir kavram ve kategori seti olarak Kantçı bir perspektifle okuyup, insanın bilincini ve sınırlarını dilin belirlediği çıkarımına ulaşmakta da gecikmedi. Bu gün Wittgenstein düşüncesinin o birçok sosyaliste sempatik gelen dilim kadar düşünebilirim minvalli sözleri de, Chomsky düşüncesinin bilinci belirleyen ‘dil’ döktürmeleri de buraya yaslanır. Marx için dil, diğer etkinlik nesnelerinde olduğu gibi bilincin biçimini taşır. Toplumsal varoluşunu üretme etkinliğinde nesneleri değiştirip, onlara bilincin biçimlerini nakleden insan, ses dalgalarını biçimlendirirken de benzer bir etkinliğin içindedir. Marx için dil, bilincin kendisi değildir, bilincin biçimidir.

                Çoğu kaçınılmaz olarak yoğun bir Marksizm eleştirisi de içeren bu düşünce akımlarıyla mücadele etmek için diyalektik tarihsel materyalist yöntemden başka bir düşünce şeklimiz olamaz. Burjuvazinin o çok göklere çıkarılan kağıttan kaplan, en ‘bilimsel’, çok sofistike düşünürleri de, diyalektik tarihsel materyalist yöntemi hakkıyla kullanan bir Marksist düşünce karşısında komik derecede zayıftırlar aslında.

                Sonuç  

                Boyuneğmez bizi neye çağırıyor, realist/bilimsel düşünceye. Boyuneğmez bu düşünce tarzının çok ‘bilimsel’ olduğunu, günümüz bilimsel gelişmişliği içinde en açıklayıcı düşünce tarzı olduğunu sanıyor. Realist/bilimsel düşünce, maddenin, düşüncenin dışında var olduğu söylemekle materyalisttir ancak maddenin, bilimler tarafından dolayımsız olarak tarif edilebileceğine inanması ile de alabildiğine kaba materyalisttir. Realist/bilimsel düşüncede materyalizm vardır ancak bilinç ile maddenin nasıl ilişkili olduğu düşünülmez bile. Realist/bilimsel düşünce, tıpkı pozitivizm, ampirizim gibi, bilincin kavram ve kategorilerini, pek ‘bilimsel’, pek ‘seküler’, pek ‘akılcı’ olma iddiasına rağmen, metafiziğin tanrısal içeriğinden almaktan hiç çekinmez. Çürüyen burjuvazinin onunla birlikte çürüyen, ‘çağdaş’, ‘modern’, ‘bilimsel’ düşünce biçimleri, tüm bu özelliklerini metafiziğin etekleri altında kalarak, formel mantığın biçimselliği içinde ilan etmektedirler. Boyuneğmez’e çok bilimsel gelen ne yazık ki budur.       

Oysa Marksizm bize, maddenin nasıl zorunlu ve evrensel bir kavramını oluşturabildiğimizi, bu sürecin ampirik verilerin soyutlaması ile oluşmuş bir soyut genel olamayacağını, maddenin bilgisinin ancak ‘bilinç biçimleri’ olan kategoriler sayesinde oluşturulabileceğini, toplumsal insanın varlığını üretme sürecindeki etkinliğinin bilinç bileşeninin, maddede yarattığı değişimde hem bilinç biçimlerini oluşturduğunu hem de o bilinç biçimleri ile bilinçlilik halinin oluştuğunu, elbette sadece diyalektik yöntem olanakları içerisinde anlatmaktadır.

Ne denli çürümüşte olsa ‘modern’ burjuva düşüncesine karşı, kaba mateyalist bir kuramla, pozitivizmin, realizmin bilimselliğine ikna bir yanılgı içinde, ütopik sosyalistlere ait moral değerlere sahip ama bilim dışı bir anlayışla mücadele edemeyiz. Boyuneğmez’i yanılgısında yalnız bırakıp, tek bilimsel yol olarak diyalektik tarihsel materyalist yönteme, hak ettiği ciddiyetle yönelerek yetkinleşmek gerekir. Naif bir bilgi setiyle, bilim de devrim de yapılamaz.

Ek:  Bu uzun yazının sonuna, sabrı olan okuyucu için İlyenkov’un Diyalektik Mantık kitabından bir alıntıyı ekleyelim, bu yukarıdaki yazımızın tümünden daha açıklayıcı olacaktır sanırım:

“Düşünceyi (düşünmeyi), emeğiyle hem dış doğayı, hem de kendisini dönüştüren toplumsal insanın gerçek etkinliğinin düşünsel bileşeni olarak alıyoruz. Öyleyse diyalektik Mantık, sadece yaratıcı biçimde doğayı dönüştüren öznel etkinliğin evrensel bir şeması değil, aynı zamanda bu etkinliğin içerisinde gerçekleştirildiği herhangi bir doğal veya toplumsal-tarihsel maddenin ve onun daima bağlı bulunduğu nesnel zorunlulukların değişiminin evrensel bir şemasıdır. Bizce Lenin’in, diyalektiğin mantıkla ve modern, bilimsel, yani materyalist bilgi teorisiyle özdeşliği (yalnızca ‘birliği’ değil, kesin olarak özdeşliği, tam uyumluluğu) üzerine tezinin asıl anlamı budur. Bu yaklaşım, diyalektiğin Friedrich Engels tarafından verilen tanımlarından bir tanesini içinde barındırmaktadır (‘diyalektik; doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasalrının biliminden başka bir şey değildir’ yani diyalektik, ‘belirli bir biçimde öznel’ yasaların ve düşüncenin biçimlerinin değil, doğal ve toplumsal-tarihsel gelişmenin bilimidir).    

Bu yazı https://sendika.org/2023/09/mahmut-boyunegmezin-realist-bilimsel-dusuncesinin-elestirisi-692492 yayınlanmıştır.

Yorumlar kapatıldı.