Bu yazı 17 Ekim’de bu sitede yayınlanan Yener Orkunoğlu’nun Diyalektik materyalizmi savunmak, ama nasıl! adlı makalesi üzerine kaleme alınmıştır. Öncelikle Orkunoğlu’nun, Engels’in diyalektik olmadığı saptamasını yapmasını sağlayan yansıma teorisi tarifi üzerine birkaç söz söylenecektir. Bu ana başlıktan sonra da Orkunoğlu’nun yazısının içerdiği diğer başlıklar kısaca ele alınmaya çalışılacaktır. Orkunoğlu’nun eleştirilerin üstünden atlayan tavrı nedeni ile daha önceki iki yazımızın içeriği ile tekrara düştüğümüz yerler bulunması kaçınılmaz olmaktadır.
Orkunoğlu’nun Engels ve Lenin Eleştirisi
Yansıma teorisi olarak genel bir çerçeve içerisine koyabileceğimiz tartışmayı bu noktada kısaca açmaya çalışalım. Soruyu şöyle şematize edebiliriz: Nesnelerin bilincimizdeki imgeleri, bu nesnelerin yansımaları olarak mı oluşmaktadır? Bu soruya materyalizm (hem kaba materyalizmin hem diyalektik materyalizmin) ile birlikte örneğin pozitivizmin de cevabı evet olacaktır. Evet, nesnelerin bilincimizdeki imgeleri, nesnelerin yansımalarıdır. Bu bize ilk adımda nesnelerin, bilincimizdeki yansılarından önce olduklarını da göstermektedir. Ancak hala bir sorunumuz açıklanmadan durmaktadır: Nesnelerin bilincimizdeki yansısı nasıl oluşmaktadır ve bu oluşma şeklini açıklayışımıza göre şekillenecek bir başka soru da, nesnenin imgesi, nesnenin gerçekliğine uygun ve tam mıdır?
Kaba materyalizm ve pozitivizm, maddenin pasif bir yansımasının bilinçte, o maddenin imgesini oluşturduğu iddiasındadır. Maddeye bakan bilinç, kendisine dolayımsız olarak yansıyan imgeyi oluşturmaktadır onlara göre. Bu bakış kaba bir materyalizmdir ancak diyalektik materyalist değildir. Maddeye ait duyumların ve bu duyumlara yaslanan kavramların oluşum şekilleri konusunda hiçbir şey söylememektedir. Buna bağlı olarak oluşan imgenin, maddesinin gerçekliğinin uyumlu ve tam bir yansısı olduğunu da iddia edememektedir.
Kant’ta, kaba materyalist yansıma teorisinin bir eleştirisini bulabiliriz. Kant, maddenin yansımasının pasif bir şekilde olduğunu düşünür ancak bu pasif yansımanın olabilmesi için bilinç içinde önceden duyumun ve bilincin kategorilerinin bulunması gerektiğini öne sürer. Bunun nedeni Kant’ın inançlı bir idealist olması değildir. Kant’ın, bir nesnenin duyumunu oluşturan niteliklerin, nesneden pasif olarak duyu organlarına ve bilince aktarılamayacağını görebilen bir deha olması sebebiyledir. Kant’ın çok güzel gösterdiği gibi bir nesnenin, örneğin kırmızı ve sert olduğunun duyumu, bu niteliklerin kategorilerinin yani genel anlamda nitelik kategorisinin bilinçte önceliğini gerektirmektedir, aksi takdirde bilinçli görü oluşamaz. Kant maddenin bilinçteki yansısının pasif bir süreç olduğunu düşündüğünden, yansının oluşması için gerekli kategorilerin kaynağı sorusunun çözümünü, bilincin içinde bir önceden varoluş temelinde oluşturabilmiştir. Kant’ın a priori, deneyim öncesi kategorileridirler bunlar.
Hegel, bu noktadan devralmıştır. Bilinçli duyumun ve bilinçte imgelerin oluşumu için kategorilerin zorunluluğunu o da elbette görmüştür. Ancak, duyum ve bilinç için zorunlu olan bu kategorileri a priori bir şekilde bilincin içinde hazır bulma çözümünü kabul etmemiştir. Hegel bu noktada dev bir sıçrama gerçekleştirmiş ve bilincimize yansıyan maddenin, el değmemiş bir dünyadan dolayımsız olarak bilincimize yansıyan bir madde olmadığını, çünkü insanın (düşünen bedenin, bilinçli canlının) kendi aklı ve bedeni dışındaki bu dünyanın, etkinlik ile oluşan, değiştirilen nesneler ve düşünceler dünyası olduğunu söylemiştir. Düzeltilmiş bir Hegel’de maddeyi, yaşam araçlarını üreterek varolan toplumsal insanın etkinliğinin nesnel yanı olarak görebiliriz. Nesnel yanın yani maddi olanın karşıtı olarak öznellik de, gerçekliğin bir yanı olarak bu etkinlik sayesinde ve etkinlik anında oluşmaktadır. Özne ve nesne etkinliğin iki karşıt yönü olarak görünürler. Ancak bir bütün olarak etkinlik ise insanın emek harcayarak hem dış doğayı dönüştürmesi hem de kendisini bilinçli canlı yapan tüm duyumsal pratiği oluşturması yani kendisini de değiştirmesi olarak önümüzdedir.
Tekrarlarsak Hegel, maddeyi duyumsadığımız ve kavramlarını oluşturduğumuz tüm süreçlerin ihtiyaç duyduğu kategorilerin, Kant’ın dediği gibi bilincimizde hazır olmadıklarını ve duyumsadığımız maddelerin, toplumsal insanın maddede yarattığı değişimin sonucunda görülen ‘bilincin biçimleri’ olduklarını söylemiştir. Hegel’in bu değişimde toplumsal insanın yaşam araçlarını ürettiğini görmemesi ve mutlak ideanın yadsınmış bir görüntüsünün üretildiğini düşünmesi, devamında daha uzaklara savruluşu bizi şu anda ilgilendirmiyor.
Marx’ın, Hegel’den devraldığı nokta burasıdır. Marx kategorileri, insan toplumunun varoluş etkinliğinin bilinç bileşeninin ‘biçimleri’ olarak açıklar. İnsan toplumunun varoluş etkinliği içinde değişen maddeler, onları duyumsadığımız kategorileri, bilincin biçimleri olarak içermektedir. Marx için bilinç, nesnel dünyayı pasif olarak yansıtan, yorumlayan bir şey değildir. Marx için bilinç sürecinde aslolan, etkinlikte bulunan bedenin nesnel ve öznel dünyasını değiştirerek oluşturmasıdır. İnsan toplumunun bu değiştirme etkinliğidir ki maddenin bilinçte gerçeğe uygun bir yansısını oluşturabilmesinin açıklamasını ve koşullarını sunar.
Kaba bir materyalizm ile pasif bir yansıma teorisini savunanlara Lenin “insan bilinci, sadece nesnel dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda yaratır da” derken bu noktaya işaret eder. Kısaca kaba materyalistler ve pozitivistlerin aksine Marx, Engels ve Lenin’de, maddenin dolayımsız ve pasif bir yansıması ile oluşmuş bir bilinç imgesi bulamazsınız.
Diğer yazılarda da belirttiğimiz gibi Orkunoğlu’nda, kategorilerin veya bilinç biçimlerinin bir karşılığı yoktur. Orkunoğlu için, yansıma teorisi kaba materyalizmin ve pozitivizmin tarifi kadardır, yani dolayımsız ve pasif bir yansıdır. Bu kabulden sonra da Orkunoğlu, pasif yansıya, öznenin aktif bir etkinliğini ekleme çabasına girer. Engels’i de “düşüncenin madde üzerindeki aktif etkisini dikkate almadığı” için eleştirir. Gene Engels’i “bilgiyi, sadece gerçekliğin pasif bir yansıması olarak görmekle” eleştirir. Orkunoğlu Lenin’i de “Materyalizm ve Ampiryokritisizm başlıklı kitabını yazdığı dönemde, Engels’in materyalizminin ve pasif yansı teorisinin etkisi altında” olmakla eleştirir.
Orkunoğlu, kaba materyalistler ve pozitivistler gibi, pasif yansıma teorisini kabul eder. Yansıma teorisinin gerçek içeriğini hiç görmez. Üstelik bu pasif yansıma teorisini materyalizmin temel açıklaması sayar. Materyalizmi bu şekilde maddeye edilgen bir bakış içinde anlarken, idealizmi de öznenin ve onun etkinliğinin sonsuz öznelliğinde görür. Sonra da bu pasif yansıma teorisine, özneyi ve onun etkinliğini eklesem ne güzel olur diyerek bir coşkuya kapılır. Biz de kendi yanlışlarını Marksizm sanan Orkunoğlu’nun, yanlış bir zeminde durmanın yersiz coşkusuyla sorduğu “materyalizm ve idealizmin karşıtlığına mahkûm muyuz?” sorusunun dökümünü okuruz.
Orkunoğlu bildiği iki materyalizm tanımını sunar bize. Birincisi kaba materyalizmin en yaygın tanımı olarak maddenin mutlaklaştırılıp, bilincin, beynin bir salgısı gibi tarif edildiği kaba materyalizmdir. Daha ileri olan ikinci materyalizm anlayışı için, bilincin gene maddede içkin olduğunu söyler ama bu içkin bilinci çıkaran özneyi tanımlayamaz der ve şöyle ekler; “bu materyalizm türü de, maddenin dönüştürülmesinde aktif bilincin rolünü açıklayamamıştır”. Okuyucu hatırlayacaktır, bu yazının başında da tekrar değindiğimiz gibi, diyalektik materyalizmde bilinç asla dolayımsız pasif bir yansıma değildir. Toplumsal etkinlik, nesnenin ve nesnenin bilincinin, bu etkinliğin iki karşıt yanı olarak belirmesi ve nesnedeki değişimlerin o nesneye ait bilinçte, ‘bilincin biçimleri’ (kategoriler) olarak karşılık bulmasının sebep ve sonucudur. Bilinci ancak, toplumsal insanın etkinliğinin, bilinç bileşeninin biçimlerinde görebiliriz. Orkunoğlu’nun tanımları ancak kaba materyalizmin ya da pozitivizmin onay vereceği tanımlardır. Oysa Orkunoğlu, bu yanılgısını materyalizmin de paylaştığını sanarak açıklamaya devam ediyor ve şöyle söylüyor “üzerine düşündükçe bana doğru gelen, diyalektik materyalizmin, özünde bir sentez olduğudur”. Buna neden gerek duyar Orkunoğlu: “Öncelikle madde ve düşünce ontolojik olarak birbirinden ayrılmaz. Evet, epistemolojik açıdan bilincin ilk kaynağı maddedir; madde olmadan bilinç olmaz. Buraya kadar doğru; ama tek yanlıdır; çünkü bu yaklaşım, bilinci sadece maddenin pasif yansıması olarak görmektedir”. Bilinci sadece maddenin pasif yansıması olarak gören kaba materyalizm, pozitivizm ve Orkunoğlu’nun kendisidir. Bırakın Marx’ı, saptığı tüm yanlış yollara rağmen Hegel bile bilinci maddenin pasif yansıması olarak açıklamaz. Orkunoğlu aslında kendi yanılgısını düzeltmeye çalışmaktadır ancak bizim talihsizliğimiz, Orkunoğlu’nun herkesi bu yanılgı içinde sanmasıdır.
Bilinci oluşturan kavram ve kategoriler, toplumsal insanın etkinliğinin biçimleri olarak özneldirler, ancak aynı anda toplumsal insanın maddi varoluşunu maddi bir dünyada oluşturduğu düşünüldüğünde nesnel ve maddi zorunluluklara tabidirler. Yani bilinç, ‘bir ve aynı anda’ ve ‘bir ve aynı şeyde’ hem bir öznellik ve bilinç içi durumken hem de nesnel ve maddi bir durumdur. Marx’ın diyalektiği tam bir ‘hem o, hem de o’ olarak önümüzdedir. Orkunoğlu ise diyalektiği şu şekilde sunar; “dolayısıyla düşüncenin, bilincin kaynağı olması açısından madde birincildir; ama maddenin dönüştürülmesi ve yaratılması açısından ise düşünce birincildir. Karşılıklı etkileşim böyle anlaşılırsa gerçekten Marx’ın diyalektiği anlaşılmış olur”. Hayır, tam tersine. Bu çözümleme metafiziktir. Yukarıda söylediğimiz gibi ‘bir ve aynı anda’ ve ‘bir ve aynı şeyde’ düşünceyi hem öznel hem de nesnel olarak görebiliyorsanız diyalektik bir düşünceden söz edebilirsiniz. Ayrı bakışlarda, maddeyi ve düşünceyi ayrı ayrı birincil görmek, diyalektik çelişkiyi metafizik ile aşmak için Orkunoğlu’nun icadıdır. Bu icadına öyle güvenir ki maddeden başlayan her sözde, materyalizm, düşünceden başlayan her sözde, idealizm görür. Zaten sentez çabası da bu zemine yaslanır. Orkunoğlu’nun bu düşüncesinin bir yan etkisi olarak da kim idealist kim materyalist karıştırırız. Orkunoğlu şöyle açıklar durumu; “birçok araştırmacı, Hegel’i hem materyalist hem de idealist olduğunu düşünmektedir. Örneğin Fransız yazar E. Weil şöyle yazar: “Doktrin anlamında, Hegel ve Marx ne idealist ne de materyalist idiler, ya da her ikisini birden oldular”. Diyalektik çelişki, metafizik için öylesine anlaşılmazdır ki, metafizikçiler okudukları her kuramsal metinde metafizik çelişkisizliği ararlar. Aksi onlar için anlaşılmaz ve korkutucudur, ‘sağ’ duyularına da aykırı gelir. Bu durumu aşmak için de diyalektik çelişkinin bir ucunu yok saymaya ya da çelişkinin her iki ucunu farklı düzlemlere ya da farklı ‘şey’lere transfer eden çözümler üretmeye yönelirler. Bunu yapmayan Hegel gibi Marx, Engels, Lenin gibi diyalektik düşünürleri de bir türlü sınıflayamazlar. Diyalektik düşünürler mantığı, öznel bilincin nesnel yasaları olarak tanımladıklarında, metafizik ‘sağ’ duyu sahibi düşünürler, öznel mi nesnel mi, ne zaman öznel ne zaman nesnel, nerede öznel nerede nesnel, şeklinde sorular üretirler. Orkunoğlu’nun madde ve bilinç ilişkisine yönelik ürettiği cevabı, bu sorulara üretilen metafizik cevaplardan bir örnek olarak görmek mümkündür.
Orkunoğlu’na haksızlık etmemek için ekleyelim, ‘hem o, hem de o’ şeklinde sunulan diyalektik çelişkinin benzer bir çözümünü Bertell Ollman’da da görürüz. Diyalektiği anlatma iddiasındaki Ollman, ‘hem o, hem de o’ çelişkisini soyutlama düzlemlerine böler. Yani bir soyutlama düzleminden ‘o’ gözükürken diğer bir soyutlama düzleminden diğer bir ‘o’ gözükür Ollman için. Bu şekilde ayrılarak metafizik bir tutarlılığa kavuşturulan durum, önünüze apaçık bir diyalektik olarak konur Ollman tarafından. Ancak şimdi de Ollman’a haksızlık etmemek için söyleyelim, Ollman, Orkunoğlu’nun aksine, kategorileri görür ve tartışır. Bilincin kategori ve kavramlarını, bilincin dolayımsız edindiği şeyler olarak görme yanılgısını taşısa ve bilincin zorunlu yapıları olan kategorileri, bireyin etik duruşu ile seçtiği yanılgısına savrulsa da, en azından bunları görür ve tartışır.
Orkunoğlu’ndan Marx Eleştirisi
Orkunoğlu’nun ilk yazısındaki Engels eleştirisine karşı çıkarken, bu kuramsal yanlışın onu Lenin’i de yanlış bulmaya götüreceğini belirtmiştik. Ancak bu sürecin Marx’ı da kapsayacağını sanmıyorduk. Orkunoğlu’nun materyalizm ve idealizm tariflerindeki yanılgıya ve herkesi bu yanılgı içinde görmesine değinmiştik. Aynı materyalizm ve idealizm tariflerine bağlı kalan Orkunoğlu, şu değerlendirmeyi yapmakta sakınca görmez; “Materyalizm, İngiltere ve Fransa burjuvazisinin felsefi bayrağı iken; ekonomik ve politik geriliği nedeniyle burjuva devrimini yapamayan Alman burjuvazisinin bayrağı ise teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizmdi. Dolayısıyla Marx ve Engels’in Almanya’da teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizme karşı durarak, feodalizmi aşan ülkelerdeki materyalizmden yana tavır takınmaları anlaşılır bir şeydir. Ancak çağımızda hala tek boyutlu olarak materyalizmi savunmak, yüzyıl öncesi başka koşulların ürünü olan felsefenin esiri olarak kalmak ve gerçeklikten kopmak demektir”. Marx ve Engels’in, idealist Almanya teolojisine karşı durmak adına, burjuvanın materyalizminden yana olduklarını söylemektedir Orkunoğlu. Üstelik günümüzde, Marx ve Engels’in kendi dönemlerinde yaptıkları ya da en iyi tarifle yapmak zorunda kaldıkları tek yönlü tercihin yanlış olduğundan ve aynı tercihi yapmanın günümüz gerçekliğinden kopmak anlamına geleceğini de belirtmektedir. Burjuvazinin materyalizmi, en gelişkin halinde Locke ampirizmi iken en gerici halinde kaba bir pozitivist metafiziktir. Materyalizmi, ampirizm, kaba materyalizm, pozitivizm alanı içinde anlamak büyük bir yanlıştır ancak bu yanlışa Marx ve Engels’i de dahil etmek yanlıştan öte sözler gerektirir.
Marx ve Engels, İngiltere’de burjuvanın felsefi bayrağı olan pozitivist, ampirist, kaba bir materyalizmden yana tavır almamışlar, bu kuramdan çok farklı bir diyalektik tarihsel materyalizm kuramı sunmuşlardır. Marx, Locke’un materyalizminin kıta Avrupa’sında coşkuyla karşılandığından bahsettiği noktada bu tarz bir materyalist yaklaşımın ilerici olduğuna değinir ancak bu değinileri, Marx’ın bu pozitivist, kaba materyalist kuram içinde olduğu şeklinde okumak büyük bir yanılgıdır. Aynı şekilde, kaba materyalizmin, pasif yansıma teorisini yeterli bulmasının aksine, imgenin oluşumunun şekli konusunda sorular sormaya devam eden idealizmi, bu sorularıyla düşüncenin etkin tarafı olduğu için olumlayan Marx’ı, idealizm yönünde görmek de komik olacaktır. Orkunoğlu’nun Marx’ı pozitivist, kaba materyalizm içinde gören bu yanılgısının tersten bir örneğini de Harvey’de görebiliriz. Harvey, Marx’ın ‘değer biçiminin’ gayri maddi ama nesnel olduğu yönlü açıklamasını, Marx’ın idealizme göz kırpması olarak okur. Harvey için bir şey ya nesnel ve maddidir ya da öznel ve gayri maddidir. Dolayısıyla öznel bir şeye nesnel demek ancak idealistlere mahsus bir özelliktir. Orkunoğlu gibi Harvey de durduğu metafizik pozitivist zeminin tanımları ve yöntemi ile hareket ettiğini hesaba katmadığından, gönül rahatlığı ile tüm yanılgılarını herkesin apaçık doğruları olarak görmeye devam ederler.
Hegel, tepesi üstüne dönmeden önce, bilincimizin içeriğinin pasif bir yansıma ile oluşmadığını söyleyen ve bilincimizin konusunu oluşturan nesnelerin, insanın etkinliği sonucu değişmiş nesneler olmakla, bilincin biçimlerini yani kategorileri içeren şeyler olduğunu ilk söyleyendir. Bu tarif, bilinci, salt öznel bir şey olmaktan kurtarmış ve günümüzde pozitivizmin salt epistemoloji alanına hapsetmeye çalıştığı her şeyi ontoloji alanına da taşımıştır. Hatta günümüz pozitivizmi, formel mantığı epistemoloji olarak sınıfladıktan sonra, Hegel mantığını, epistemoloji olamayacağını, onun ontoloji olduğunu söyleyerek eleştirmiştir. Marx, Hegel’in kavram ve kategorileri ‘bilincin biçimleri’ olarak gören kuramının omuzlarında yükselmiştir. Aynı zamanda Hegel’in kuramının başaşağı durduğunu da göstermiş ve bizim de görmemizi sağlamıştır. Hegel sonrası Hegelcileri, Hegel’i anlamadıkları için eleştirmiştir. Bizce dört başı mamur bir Hegel uzmanı olan Marx’ın, Hegel üzerine çok az bilgiye sahip olduğunu öğreniyoruz Orkunoğlu’ndan. Orkunoğlu şöyle söyler; “son yüzyılda Hegel üzerine yapılan araştırmalar, Marx’ın Hegel konusundaki yorumunun gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu araştırmalar, Marx ve Engels’in görmedikleri gençlik yazılarını, mektuplarını ve birçok bilmedikleri olguları açığa çıkarmıştır”. Ve devamında ise Jacques D’Hondt’tan şu alıntıyı yapar; “Marx ve Engels, Hegel üzerine çok az bilgiye sahiplerdi. Çünkü onlar, Hegel’in devrimci gençlik dönemindeki düşüncelerini, yazdıklarını, devrimci bir derneğe (Club) üye olduğunu asla öğrenemediler. Yine gençliğinde kaleme aldığı hem doğa felsefesi üzerine yazılarından hem de dini ve despotizmi eleştiren Hegel’in yazılarından da haberleri olmadı. Hegel’in gençlik dönemindeki önemli yazıları, 1907 yılında yayınlanabildi. Onun mektuplarından devrimci öğrencileri koruyan tutumunu da öğrenemediler”. Orkunoğlu için, Marx ve Engels, Hegel’in Mantık kitabına, Tinin Görüngübilimi kitabına, Tarih Felsefesi kitabına vb. ulaşmış olabilirler ancak Hegel’i anlamaya bunlar yetmez. Hegel’in gençliğinde yazdığı devrimci sözleri ve üye olduğu devrimci dernekleri bilmediklerinden onu tam anlayamazlar. Orkunoğlu bize, Marx ve Engels, Hegel’in bu devrimci sempatizanı yönlerini bilseler, onun kuramı hakkında farklı bir yargıya varırlardı demeye getirir. Marx ve Engels’in Hegel kuramına dair bilgileri için bu şekilde bir değerlendirme yapmayı bırakın, herhangi bir yazar hakkında bu şekilde bir değerlendirme önerisi sunmak, hem yazarın hem de okuyucunun aklıyla dalga geçmektir.
Son Olarak
Orkunoğlu yazısını, Stalin bürokrasisinin ve Stalin’in diyalektik materyalist öğretilerle ve diyalektik ile uyuşmayan kuramsal düzlemlerinin tartışılması gerektiğinden bahsederek bitirir. Geçmiş sosyalist deneyimlerin tümünün, özellikle de Sovyetler Birliği deneyiminin çözümlenmesi, günümüz sosyalist mücadelesinin olmazsa olmaz koşuludur. Deneyimlerin başarısızlıklarının kuramsal zeminde sebeplerini bulmak hem açıklamak için hem de tekrarlamamak için zorunludur. Bu zorunluluktan hiçbir Marksist elbette kaçamaz.
Sovyetler Birliği eleştirisinin, en belirleyici dönemi olarak görülebilecek Stalin döneminin eleştirinin merkezine konması da kaçınılmazdır. Stalin’in, sosyalist ekonomi politik bir kategori olarak ‘değer biçiminin’ sosyalizmde de devam edeceği yönlü düşüncesinden, okullarda formel mantığın öğretilmesi konusundaki direktiflerine değin birçok eleştiri noktası örnek verilebilir. Ancak bu tartışma öncelikle ayaklarımızın doğru bir diyalektik tarihsel materyalist zemine bastığından emin olduktan sonra yapılabilir. Sovyetler Birliğinin kuramsal yanlışları, daha büyük kuramsal yanlışlar toplamı içinde durarak eleştirilemez. Yanlış bir kuramsal zeminden yapılan eleştirilerde, yanılgının kime ait olduğunu anlamamamızdan daha kötüsü, diyalektik materyalizmin kuramsal düzlemini topyekûn yitirmemizin işten bile olmamasıdır.
Orkunoğlu yazısında da dile getirdiği gibi, görüşlerinin yaygın anlayışlara karşı olduğu ve Türkiye’de bir istisna olduğunu düşündüğü için itirazla karşılandığını düşünebilir. Ancak itirazın kaynağı Orkunoğlu’nun, kaba materyalist kuramı ve diyalektik diye uyguladığı formel metafizik yöntemedir. Buna dair açıklamalarımızı her ne kadar Orkunoğlu’na aktarmayı başaramadıysak bile, ilgili okurun bu yazı dışında, her ikisi de bu sitede yayınlanan ilki 17 Eylül, ikincisi de 4 Ekim tarihli yazılarımızda bulabileceğini umuyoruz. Bir not olarak da şunu ekleyelim: Orkunoğlu bu yazısında, Karl Korsch ve Lukacs’ın Engels eleştirilerine değinmiştir. Bu makalenin sınırlarını aşacağından bu önemli tartışmaya değinemedik. Ancak ilgili okur için, Devrimci Marksizm Dergisi’nin 44. sayısında yayınlanan, ‘Karl Korsch ve György Lukacs’ın Engels Eleştirilerinin Zemini’ adlı makalemizde bu konuyu tartışmaya çalıştığımızı belirtelim.
Orkunoğlu’nun ulaştığı bu çerçeve göz önüne alındığında, bizim için Orkunoğlu’nun kuramına yönelik yürüttüğümüz polemiğin doyum noktası gelmiştir. Orkunoğlu’nun Engels’den başlayıp, Lenin’e uzanan ve Marx ile sonlanan eleştirilerine itirazlarımızı üç yazımızda da sunmanın rahatlığını taşıyoruz. Orkunoğlu’nun, materyalizm, idealizm ve diyalektiğe dair sözlerinin yanlışlığının eleştirisini okura da aktarabildiğimizi umuyoruz. Orkunoğlu’nun materyalist olduğunu sandığı, ancak metafizik pozitivist bir zeminden yaptığı çözümlemeler artık bizim ilgi alanımıza girmeyecektir.
Okur için son bir not ile bitirelim. Sovyetler Birliği deneyimi üzerine yapılacak eleştirel tartışmaların, doğru bir diyalektik tarihsel materyalist zeminden yapılmak kaydıyla çok önemli olduğundan söz etmiştik. Bu doğru zemine dair, Marx, Engels ve Lenin’e ek olarak birkaç adres önermemize izin verin. İlyenkov, öncelikle diyalektik tarihsel materyalizmin doğru bir açıklamasını yapmaya çalışıp sonra da Marx ve Marksizmin yanlış değerlendirmeleri üzerinden örnekler sunan bir Marksist. Kitaplarında, içinde yaşadığı Sovyetler Birliğine yönelik çok doğru ve ince bir kuramsal eleştiriyi de bulabiliyoruz. Ayrıca her ikisi de Stalin döneminde yok olan Rubin ve Pasukanis de Sovyetler Birliği deneyimini değerlendirmek için iki önemli kaynak. Rubin’in, Marksist ekonomi politik kategorileri önümüze serdiği kitabını, sosyalist deneyimlerin iktisadi kararları ile karşılaştırmak bizim için aydınlatıcı olabilir. Aynı şey Marksist bir hukuk teorisi sunan Pasukanis’in kuramı ile Sovyetler Birliği hukuk uygulamalarının karşılaştırılması için de söylenebilir. Yolumuz yine kesişene değin hepimize kolay gelsin.
sendika.org sitesinde 21 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır
Yorumlar kapatıldı.