İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Değer Biçimi’ Tartışmaları Üzerine İki Makale

Marx’ın Kapital’i, ekonomik niceliklerin bir tahlili ve dökümü değildir. Yeni bir bilimin, ekonomi politik alanında uygulanmasıdır. Bu yüzden Kapital’in kuramsal yapısına yeterli özeni göstermek zorunludur. Bu özen gösterildiğinde, Marx’ın, kuramsal düşüncenin tüm tarihi boyunca uğraştığı sorunlara bilimsel bir cevap ürettiği görülebilecektir.

Örneğin, Kapital’de “değer biçiminin idealliği”nden bahsedilirken kullanılan ideal kavramı, Platon’dan, Kant’a ve oradan Hegel’e dek devam eden ‘idealin nesnelliği’ tartışmasının konusu olan “ideal”dir. Soyut mu somut mu olduğu, nesnel olup olmadığı tartışılan “ideal”dir. Kaynağının ve varlığının bilinç içi olup olmadığı tartışılan “ideal”dir. Günümüzde kavramların, bir soyut genel isim yani nosyon oldukları iddiaları da bu tartışmaların sığlaşmış bir düzlemde devamıdır. Bazı yerlerde tümeller sorunu ya da tümellerin nesnelliği olarak da görürüz aynı tartışmayı. Bu temel tartışmanın, algılarımızın kategorilerinin nesnel mi yoksa öznel mi olduğu şeklinde de sürdüğünü görebiliriz.

Bu nedenle kanımızca, ‘değer biçimi’ni ya da ‘ideal’i tartışma konusu yapan tüm yazılar ve özellikle Marksizm içi yazılar önem taşır. Bu yazımızda, değer biçimi tartışmasını yürüten iki makaleyi kısaca tartışarak bir giriş oluşturmaya çalışacağız. İlk yazımız, Praksis dergisinin 54. sayısında yayınlanan Vedat Ulvi Aslan’ın Değer Biçimi Çözümlemesi Ya Da İktisat Yanılsamasının Eleştirisi adlı makale. İkinci yazımız ise Siyaveş Azeri’nin çevirdiği ve Yordam Yayınlarından geçen yıl çıkan Evald İlyenkov’un İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu adlı kitabında yer alan İdealin Diyalektiği makalesi. Bu iki makalede değer biçimine yaklaşımın farklılıklarını görmek yararlı olacaktır.

Değer Biçiminin İdealliği

Aslan yazısında (2020: 184) ‘değer biçimi’nin, “düşünsel süreçleri mutlaka gerektiren, ama düşünsel süreçlerde yaratılmayan bir görüngü…” olduğunu belirtir. Aslan, Pilling’in değer biçiminin düşünsel olduğu kadar bilinç dışı da olduğuna yönelik sözlerini alıntılarken de ideal kelimesini paranteze alıp düşünsel olarak bize sunar. Ancak idealin hem bilinç içi hem de bilinç dışı olan yapısını tartışmak yerine Aslan, ideali (tabi ideal kavramını kullanmadan), bilinç içinde olan ama bilinç dışında gibi görünen bir durum olarak açıklayarak başlar.

Oysa değer biçimi, bir ideal olarak, düşünsel süreçleri gerektiren ama düşünce dışında bir nesnellik olarak var olan olarak tarif edilebilir. İdealin ilk bakışta bilinç içi, düşünsel bir şey olarak görünmesi yanında, bu ilk bakışın tam tersine bilincin dışında ve hatta bilincin oluşumunda gerekli bir nesnellik olarak da belirmesi, içinden çıkılması gereken bir çelişki olarak hep önümüzde durmuştur. İdeali salt bilince ait bir düşünce olarak gören ve düşünce ile maddeyi iki ayrı alan olarak düşünen Kartezyenlerden, ideali mutlak bir nesnellikle, bilinç süreçlerinin tamamen dışında ve öncesinde gören nesnel idealistlere kadar birçok düşünür bu çelişik duruma çözüm önermişlerdir.

Değer biçiminin idealliği ekseninde açıklık getirmemiz gereken ilk soru, ekonomi politik bir kategori olarak değer biçiminin, bilinç içi ve bilinç dışı bu yapısını çözümlemektir. Aslan makalesinde bu soruna, değerin düşünsel ve soyut olduğunu ancak somut bir maddede değer biçimi olarak görünmesi hasebiyle somutluk kazandığını söyleyerek yaklaşır. Aslan, düşünceye ait bir soyutluk olarak değerin (2020: 188) “düşünsel bir kategori olarak nitelenmesi” gerektiğini söyler. Düşünsel bir kategori olarak anladığı değeri, nesnelliğe, soyut değerin somut ve gerçek bir maddede değer biçimi olarak görünmesi olgusu üzerinden taşımaya çalışır. Aslan için soyut değer, somut ve gerçek bir maddede, bu maddenin özelliği olmaması sebebiyle fetiş bir karakter taşıyan bir görüngü oluşturur, nesnelliğin kaynağını da bu noktada arar.

Değer biçimi, Aslan’ın bu tarifiyle, maddi bir nesnede görünen maddi olmayan bir şey olarak var olur. Ancak, ilk bakışta fetişizm tanımına da uygun gibi duran bu tarifte, değerin bilinç içi bir soyutluk olması saptamasından kaynaklanan bir sorun oluşur. Aslan (2020: 182) “mübadele değeri veya fiyatın, değerin ifade bulma biçimi olarak tanımlanması, çözümlemenin iki ayrı gerçeklik düzeyi varsayımına dayandığını ve meselenin bu iki düzey arasındaki ilişkinin kavramsal içeriğinin ortaya koyulması olduğunu göstermektedir” diyerek, düşünsel alan ile bu düşünsel alanın göründüğü maddi alan arasında koruduğu ayrımı perçinler. Değer biçiminin zeminini oluşturan ‘madde’ ile bu maddeyi zemin olarak kullanıp bilinç içinden kendini görüngü olarak nesnelliğe taşıyan ‘değer biçimi’ iki ayrı kategorik alan olarak görülmeye başlanır. Maddi nesnelerin kategorileri ile düşünsel bir şeyin maddi nesnede kendini gösteren görüngüsü olarak tarif edilen değer biçimi gibi ekonomi politiğin kategorileri, ayrı tariflere sahip ayrı alanlar olarak oluşturulur. Aslan bu durumu iki ayrı ontolojik alan olarak ifade eder ve (2020: 201) “değer ile değerin ifade bulma süreçlerinin iki ayrı ontolojiyi varsaydığının görülememesi ve bu iki ontolojiyi aynı sürecin unsurları kılan ilişkinin çözümlenememesi(nin)” iktisadi kategorileri yanlış okumaya götürdüğünü söyler. Aslan, maddi alanın kategorilerinin, bu maddelere ait olmakla nesnel ve değişmez yapıda olduğunu düşündüğünden, aynı ontolojik zemine ait değişmez kategoriler ile bakılacak ekonomi politiğin, tarihsel ve toplumsal tüm yapısını yitireceği kaygısı ile hareket eder. Aslan için maddenin değişmez kategorileri yanında ekonomi politiğin kategorileri, toplumsal ve tarihsel olarak değişime tabidir. Bu bakış şeklinin, ekonomi politiğin alanını, mekanik materyalist çıkarımlardan kurtaracağını umar.

Bu noktada iki yanılgı oluşmaktadır. Birincisi maddeye ait kategorilerin, madde üzerinde var oldukları yanılgısı. İkincisi ise bu bakışın iki ayrı kategorik yapı tarif etmesi nedeniyle, iki ayrı bilimsel zeminin oluşmasıdır. Aslında bilinç ile maddenin ilişkisi kurulamadığı için bilince ve maddeye ayrı ayrı ontolojik alanlar tarif edilmektedir. Bu tarife göre madde, kendinde taşıdığı kategoriler ile “pozitif” bir bilimsel alan oluştururken, bilincin biçimleri ise tarihsel ve toplumsal kategorileri ile öznel bir bilimsel alan oluşturmaktadır. İkinci alan özneldir çünkü maddi kategoriler ile birliği tanımlanamamış bir düşünce kategorisi, elbette (bireysel ya da toplumsal) düşünen özne üzerinden kurulabilecektir.

Buraya bir parantez açıp, Aslan’ın yazısında bu yönde bir tartışma görmesek de bu yanılgının Engels’e yapılan eleştirilerin de zemini olduğuna değinelim. Maddi bilimlerden ayrı görülen bir toplum bilim anlayışı, hatta ontolojiden mutlak bir ayrım içinde görülen bir epistemoloji anlayışı, Engels’i yanlış bulacaktır. Bu yanılgılı bakış, diyalektik tarihsel materyalist yöntemi, ekonomi politiğin kategorilerine uygularken, fizik, kimya, biyoloji gibi doğa bilimlerinin kategorilerini, maddenin kendisinde gördüğünden, bu kategorik alanı pozitivizmin formel mantığına terk edecektir. Bu durumun sonucunda, maddenin kendi üzerinde taşıdığı sabit belirlenimler olarak gördüğü kategorileri, Locke’cu, Hume’cu bir ampirizm ekseninde derleyen pozitivizm, en tartışmasız bilimi yapan yöntem olarak görülür. Bu bakışa göre Doğanın Diyalektiği kitabı da Engels’in, toplumsal alanın diyalektiğini, madde alanına taşımanın yanlış bir çabası olarak görüldüğünden, bu çaba, diyalektiği ve Marx’ın yöntemini kabalaştırmak ya da mekanikleştirmek olarak değerlendirilir.

Aslan için maddenin kategorileri, onun fiziksel yapısının belirlenimleri olarak maddeye aittirler. Bunun yanında fiziksel yapısı olmayan ekonomi politiğin kategorileri ise düşünce içi bir ürün olduklarından tarihsel ve toplumsaldırlar. Fiziksel maddelerin kategorilerinin, salt onların maddi yapılarına ait olduğu yanılgısı ilk olarak, algılarımızın kategorileri anlaşılmaya çalışılırken sorun çıkarır. Maddeleri algıladığımız kategorilerin, maddeye mi yoksa bizim algılarımıza mı ait olduğu yönlü tartışmaları ve bu tartışmalarının diyalektik materyalist çözümlemelerini, örneğin Lenin’in, Materyalizm ve Ampiryokritisizm kitabında buluruz. Değer gibi, değerin biçimi gibi ekonomi politik kategorilerin ideal olmaları, düşünce tarihinde hep tartışıla gelen, idealin bilinç içi ya da dışı oluşu tartışmalarının içine düşmektedir. Aslan, maddeye ait kategorileri, maddenin kendi belirlenimleri olarak kabul edip onlara ayrı bir ontolojik alan açar. Ekonomi politiğin kategorisi olarak değeri ise bilinç içi ve soyut bir belirlenim olarak görür. Bu soyut değerin görüngüsü olan değer biçimi kategorisini de maddede belirdiği için nesnel kabul eder ve onu ayrı bir ontolojik alan içine koyarak bize sunar. Aslan yazısını bitirirken bu durumu şöyle vurgular (2020: 201) “mübadele bağlamında iktisadi kategorilerin varoluş biçimine dair yapılan çözümleme, kapitalist üretim ilişkilerinin soyut yönünü ortaya koyarken, toplumsal ilişkilerin bizzat gerçekleşme sürecinde bu soyut yönlerin somut ifade kazanma zorunluluğu nedeniyle, bu ilişkilerden türeyen kategorilerin nasıl fetiş niteliğine büründüğünü de göstermektedir. Bu fetişleşmenin temelinde, değer ile değerin ifade bulma süreçlerinin iki ayrı ontolojiyi varsaydığının görülememesi ve bu iki ontolojiyi aynı sürecin unsurları kılan ilişkinin çözümlenememesi yatmaktadır”. Bir başka yerde ayrımı yeniden sergiler Aslan (2020: 187) “değerin varoluş mekanının toplumsal ilişkilerin nedenselliği olması ile mübadele değerinin varoluş mekanının bu ilişkilerin somut gerçekleşme süreci olması arasındaki ayrım; iki farklı gerçeklik düzeyinin karşılıklı ilişki içinde kavranması gerektiğini ortaya koymaktadır”.

Fetiş, en basit tarifle, maddeye ait olmayan bir belirlenimin sanki maddeye aitmiş gibi görülmesi durumudur. Bu saptamadan sonra sorulması gereken soru, fetiş belirlenimin nesnel olup olmadığıdır. Nesneye ait olmamakla fetiş olan ama gene nesneye ait olmamasına rağmen nesnel olan belirlenim, düşünce tarihinde ideal tartışmasının başladığı noktadır. Bu belirlenim nesneye ait olmamasına rağmen nesnel ise, elle tutulup gözle görülmeyen ama nesnel olan bu durum nasıl açıklanacaktır? Aslan bu yoldan gitmek yerine kendi çıkış noktalarını sunar bize. Aslan için görüngünün özü olan değer, bilinç içi ve soyut bir şey olarak bilincin dışında bir nesnellik taşımamaktadır. Değer biçimine bahşettiği nesnellik ise onun, sadece, elle tutulan ve gözle görülen bir maddede, fetiş bir görüngü olarak oluşmasından kaynaklanmaktadır.

Aslan için değer, somut olmayan, “düşünsel bir kategori” olduğu için, bu soyut düşüncenin öznesine yönelinmeden anlaşılabilmesi mümkün değildir. Aslan şöyle söyler (2020: 188) “değerin nesnelliğinin toplumsal olması, onun gerçekliğinin aranması gereken yerin toplumsal ilişkiler, dolayısıyla bu ilişkileri gerçekleştiren öznellikler olduğu anlamına gelmektedir. Toplumsal özne, içinde yer aldığı toplumsal ilişkileri, bu ilişkilerin nedenselliği temelinde gerçekleştiren varlık olduğu için, öznenin düşünce yapısı, bu nedenselliği yansıtmaktadır”. Aslan için, diğer maddi nesnelerin belirlenimleri bir özne gerektirmeden kendinde varken, değer gibi salt düşünceye ait, bilinç içi bir şeyin öznesi dışında kavranması, kuramsal olarak anlaşılması mümkün değildir. Bu noktadan sonra Aslan hiç istemediğini düşündüğümüz bir yola sokar kendini. Şöyle diyor Aslan (2020: 188) “madde ile düşünce arasındaki bağı kopararak düşünceyi ‘kendinde şey’e dönüştürmek nasıl idealizm ise, düşüncenin maddeye dönüştüğü gerçeğini yadsımak da idealizmdir”. Maddeden ayrı bir kendinde şey olarak düşünceyi düşünmek elbette idealizme aittir. Ancak düşüncenin maddeye dönüştüğünü söylemek de idealizme aittir. Aslan’ın dediği gibi bunu yadsımak değil. Aslan aslında kendini soktuğu durumdan kurtulmaya çalışmaktadır sadece. Değerin salt düşünce içi bir kavram, kategori olduğunu, soyut olduğunu saptadıktan sonra, bu düşünce içi soyutluktan düşünce dışı nesnelliğe atlamaya, toplumsal bir düşünce içi şey olan değerin, bir maddede fetiş bir şekilde değer biçimi görüngüsü ile nesnelleştiği yönündeki açıklamasının temelini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu yüzden bize, Marksist olmanıza rağmen ‘düşüncenin maddeye dönüştüğünü yadsımayın’ demek zorunda kalır. Çünkü Aslan için değer, salt düşüncedir buna karşın değer biçimi ise nesneldir. Oysa değer Aslan’ın değerlendirdiği gibi salt düşünce içi değildir ve değer biçimi de Aslan’ın hiç değerlendiremediği ‘ideal’dir.

İlyenkov’un makalesi ise Lenin’den yapılmış şu alıntı ile başlar (2020: 84) “gerçekliğe dönüşen ideal düşüncesi çok derindir. Tarih için çok önemlidir. Ayrıca, insanın kişisel yaşamında da bu düşüncenin epey bir doğruluk payı bulunduğu da açıktır. Kaba materyalizm bu konuda ne derse desin”. Aslan, düşüncenin gerçekliğe dönüşmesinden bahsederken, Lenin, idealin gerçeklikle ilişkisinin tartışılması gereğinden bahseder. Kaba materyalistler gibi ideali bir kenara atmamak gerektiğinden söz eder. İdeal ve idealin diyalektiği Lenin için olduğu gibi tüm diyalektik materyalizm için de ana tartışma zeminini oluşturur. Bu noktada şunun altını önemle çizelim, “ideal düşünseldir” ya da “bilinç içidir” dedikten sonra tartışılacak bir şey kalmamaktadır. İdealin düşünsel olduğu yanlışına düşüldükten sonra yapılacak tek şey Aslan gibi, düşüncenin nesnelliğinin bir çözümünü üretmeye çalışmak olacaktır. İlyenkov’u okurken, Aslan’ın ideali tartışmayan, daha doğrusu ideali salt bilinç içi, salt bir düşünce olarak ele alan yaklaşımının onu nasıl bir çıkmaza soktuğu daha açık görülecektir.

Aslan’ın kaçınamadığı bu idealist bakış onu daha derinlere sürüklemeden bırakmaz. Açıklama çabası toplumsal ilişkilerin nesnelliği gibi parametreler içerse de sonu hep, gerçekliği öznelliği kadar kavrama ya da öznelliği gerçeklik sanma noktasında biter. Bu eksende Aslan’dan iki örnek alıntı yaparsak (2020: 184) “fetişleştirmenin toplumsal ilişkilerden türediği ve bu bağlamda nesnel bir görüngü olduğu ne kadar doğruysa, fetişleştirmenin öznesinin olması gerektiği de o kadar doğrudur; ve her öznellik durumunda olduğu gibi, bu özneler, içinde yaşadıkları toplumsal dünyayı böyle kavradıkları için de bu dünya böyle olmaya devam etmektedir.” (Aslan, 2020: 196) “oysa bu algılama, kendiliğinden olmamakta, toplumsal özneyi varsaymaktadır. Toplumsal özne, kendi öznelliğini belirleyen ilişkiler içinde mümkün olan olayları, kendi dışındaki nesnel dünyanın maddi süreçleri gibi algılamaktadır.” Bu tarifler Aslan’ın ne denli öznel idealist bir bakışın içine sürüklenmek zorunda kaldığını göstermektedir.

Son bir noktaya, düşüncenin öznelliğinden bu düşünceyi toplum ölçeğine genişleterek kurtulabilir miyiz ya da düşünceyi toplum ölçeğinde olduğunda nesnel ilan edebilir miyiz konusuna kısaca değinelim. Bireyin öznel düşüncelerini, toplum ölçeğinde genişletmek nesnellik yaratmaz. Bunu, toplumun tümünce sahip olunan bazı kanıların, tam olarak toplumu kapsamasına ve bireylerin bilinçlerini belirlemesine rağmen nesnel olamamalarında görebiliriz. Dinsel ya da benzer yaygın kanıların kapsamlarının genişliğine rağmen nesnel olmadıkları açıktır. Marksizmin kavram ve kategorileri ise nesneldir ve toplumsaldır. Ancak nesnelliklerini toplumda yaygın olmalarına borçlu değildirler ve nesnelliklerini bu bağlamla göstermezler. Tıpkı bilinçte olmalarına rağmen nesnel olan bu kavram ve kategorilerin, nesnelliklerinin, bilincin organı olan beynin sinir ağları ve kimyasal iletişimleri içinde gösterilemeyeceği gibi. Her iki düşünce de aynı yanılgının farklı versiyonlarını sunar bize. Bilinç salt öznel oluşundan sıyrılmadan, nesnel kavram ve kategoriler sunabiliyor gibi görülür. Bu öznellik ve nesnelliğin diyalektik bağıntısı kurulamadığında, metafizik açıklamalar hemen kendini gösterir. Beynin öznelliğini, maddi hücre ve biyokimya süreçleri ile nesnelliğe bağlama çabası, organ olarak beyini fetişleştirmeyi getirirken, aynı şekilde beynin bireysel öznelliğini, toplumun tüm beyinlerinin ortak kanı ve kanaatleri ile nesnelliğe bağlama çabası da toplumu fetişleştirmeye götürecektir. Bilincin kavram ve kategorileri olarak ekonomi politik kavram ve kategoriler toplumsal ve nesneldirler, ancak bu nesnellikleri açıklamasını, toplumsal olduklarının söylenivermesinde değil, Platon’dan Aristo’ya, Descartes’tan Kant’a, en önemlisi de Hegel’den Marx’a ulaşan bir ‘ideal’ tartışmasında bulur.

Aslan’ın daha önce yaptığımız alıntıda (2020: 187) “değerin varoluş mekanının toplumsal ilişkilerin nedenselliği olması” saptaması yaptığını hatırlayalım. Aslan’ın bahsettiği nedenselliği oluşturanın, teleolojik bir kaynak kastedilmediğine göre, toplumsal bilinç olduğunu düşünmek tabidir. Bilinç içi bir tanımın nesnelliğinin açıklamasını, bilinç içi ancak bu sefer toplumsal bilinç içi bir tanıma yönelerek çözmeye çalışmak, Hegel’in düştüğü yanılgının bir benzeri olacaktır. İlyenkov şöyle söyler (2020: 120) “herhangi bir şeyin ‘ideal’ tanımı veya… herhangi bir şeyin tanımı, Hegel açısından, bu şeyin, burada ‘evrensel tinden’ türetildiği varsayılan bireysel bilinçteki rolü ve anlamıyla değil, toplumsal olarak örgütlenen insanın yaşam etkinliği bağlamında, toplumsal kültürdeki -insan kültüründeki rolü ve anlamıyla örtüşür”. Bireysel bilinçteki anlamı ile değil toplumsal kültürdeki anlamı, üstelik yaşam etkinliğinin örgütlenmesi ekseninde oluşmuş bir toplumsal kültürdeki anlamı esas almak bir aşamadır. Düşünsel olmaktan kurtulamayan bu anlamın kaynağını Hegel, evrensel tine yaslayarak nesnelliğe kaynak oluşturur. Ancak aslında Hegel’in yaptığı tam da Feuerbach’ın dediği gibi, bilinç – madde çelişkisini çözmek ama bu çözümü bilincin içinde yapmaktır. Aslan’da, bu bilinç içi durumdan çıkmanın temel bir çabasını görmeyiz. O toplum bilincinin içinde kalmayı yeterli bir nesnellik kaynağı olarak görür. Toplumun düşünmesi, yani Aslan’ın tabiri ile toplumsal ilişkilerin nedenselliği, düşüncenin nesnelliği için yeterli bulunur.        

İlyenkov’un Sunduğu Zemin  

Aslan’ın, bilinç içi değerin maddede yansıma bulması ile nesnel olduğunu söylediği bu karmaşık durumu İlyenkov şöyle kategorize eder (2020: 89) “bireyin bedeninden ve ‘ruhundan’ apaçık biçimde bağımsız olan ve bireyler tarafından duyular yoluyla algılanan şeylerin nesnelliğinden temelde farklı bir nesnellik türüne sahip bulunan bu tuhaf görüngüler kategorisi, bir zamanlar felsefe tarafından ideallikleriyle nitelenmiş ya da genel olarak ideal diye ‘adlandırılmıştır’”.  Aslan’ın ideali düşünsel olarak kavramlaştırması ve tartışmanın düşünsel ögesi olarak görmesinden farklı olarak İlyenkov, ideali, felsefe tarihi içindeki ana tartışma konusu olarak saptayıp, Platon’dan Hegel’e ve sonunda Marx’a kadar izini sürer. Bu iz sürmenin her adımında düşünceye ait gibi görünen ama nesnel olan ideale adım adım yaklaşırız.

 “İdeal’in ‘genel olarak zihinsel’ ile özdeşleştirilmesinin” yarattığı sorunlara karşı İlyenkov, tartışmanın eksenini şu şekilde görür (2020: 92) “evrensel bilginin nesnelliği, gerçekliğin evrensel (kuramsal) tanımlarının nesnelliği sorununun, başka bir deyişle, bunların insandan ve insanlıktan, insan organizmasının özel yapısından, insan beyni ve zihninden ve bireysel geçici zihinsel durumlardan bağımsızlıkları gerçeğinin doğasının sorunu…”. Bu çerçeve bize daha doğru bir perspektif sunmaktadır.

Bireysel düşüncenin dışında ve düşünceyi belirleyen nesnel bir gerçeklik olarak idea, Platon için doğaüstü bir yapıdır. Kant ise ideaları, bilincin kategorilerinin aşkın biçimleri ve bireyde a priori olarak, içkin olarak bulunan yapıları üzerinden tartışır. İdeaları nesnel olarak gören bu düşünürlerin, gördükleri nesnelliğin kaynağına ilişkin ürettikleri çözümlerdir bunlar. Tartışmanın düşünce tarihine bakmayı gerektirmesi nedeni ile İlyenkov, yazısında bu süreçleri açar.

İlyenkov, Hegel’in, devraldığı tartışmayı daha da geliştirerek sadece ideaları yani gerçek olanı değil, salt maddi olanı da insan kültürünün bütününe dâhil ettiğini değerlendirir ve şöyle devam eder (İlyenkov, 2020: 120) “bireyin bilinci açısından, yalnızca ‘gerçek’ olan değil, ‘kaba biçimde maddi’ olan bile -tabii ki bu kesinlikle ‘ideal’ değildir- her şeyden önce, insan türünün maddi olarak biçimlendirdiği, bireyin onun üzerinden ‘özbilince’ uyandığı muazzam entelektüel kültür bütünüdür. Önceki kuşakların duyulabilir ‘madde’ biçiminde gerçekleşmiş (‘şeyleşen’, ‘nesneleşen’, ‘yabancılaşan’) düşünceleri bireyle bu şekilde karşı karşıya gelir: dilde ve görsel olarak duyumsanabilen imgelerde, kitaplarda ve heykellerde, ahşapta ve bronzda, tapınakların biçiminde veya üretim araçlarında, makinelerin ve devlet binalarının tasarımında, bilimsel ve ahlaki sistemlerin örüntülerinde vb. Tüm nesneler varoluşlarında, ‘belirlenmiş varlıklarında’ tözseldir, ‘maddidir’, ancak özlerinde, kökenlerinde ‘idealdir’, zira bu nesneler halkın kolektif düşünüşünü, insan türünün ‘evrensel tinini’ kapsar”. Hegel’e ait bu düşünce düzleminin yarattığı olumlu kayma hemen fark edilmektedir. Daha önce ideal olan ile kaba biçimde maddi olan arasında oluşturulmuş olan karşıtlık bir anda silinmeye başlamıştır. Bizim dışımızda ve gözümüzün edilgin bir şekilde gördüğü maddeler artık mantığın konusu içine çekilmiştir. Algımızın konusu olan maddeler insanlığın bilincinin şeyleşmiş biçimleri olarak görülmektedir, yani bilincin dışında olarak algıladığımız maddi yapıların kategorileri, Hegel’in çok doğru çözümlemesi ile ‘bilincin biçimleri’ olarak tarif edilmektedir. Hegel’in, ontolojiyi yanlış bir şekilde mantığın içine kattığı şeklinde ya da Hegel’in mantığının ontoloji olduğu şeklindeki yaygın kanıların sebebini burada görebiliriz. Bizim yazımız için önemli olan nokta ise, Aslan’ın çözümlemesinde iki ayrı ontolojik alana ihtiyaç duymasını bırakın, ontoloji ve epistemoloji arasında yaratılan ayrım bile yapaylaşmaktadır.

Hegel’in ideal ile maddi arasındaki ilişkiyi açıklama şeklinin oluşturduğu düzlem kaba materyalist düşünce düzleminden oldukça ileridir. Aslan’ın da yazısında haklı olarak eleştirmeye çalıştığı düzlem bu kaba materyalist düşünce düzlemidir. Kaba materyalizmi eleştirme gereksinimi doğru olmakla birlikte, bunun için Aslan’ın izlediği yol sorun yaratmaktadır. İlyenkov, Hegel’in düşünceyi taşıdığı bu düzlemi açtıktan sonra şöyle bir perspektif ortaya koyar (2020: 123) “ciddi materyalizm, ‘ideal’ olanı bireyin bilincinde, maddi olanı ise bilincin dışında olan, birini duyularla algılanan dışsal nesnenin biçimi, ötekini ise gerçek cismani bir biçim olarak tanımlayamazdı. İkisi arasındaki ‘maddi’ ile ‘ideal’ arasındaki sınır, ‘kendinde şey’ ile toplumsal bilinçteki temsili arasındaki sınır bu şekilde çizilemezdi; aksi durumda materyalizm, Hegel’in ‘maddi’ ile ‘ideal’ arasındaki ilişkide (özellikle dini fetişizmden meta fetişizmine, dahası sözcükler, dil, simgeler ve göstergeler fetişizmine dek her türden fetişizm görüngüsünde) keşfettiği diyalektik karşısında bütünüyle çaresiz kalırdı”. Yaygın bir yanılgı olarak, salt bilince ait olarak görülen ideal ile bu bilincin karşısında, bilinç dışında maddeler konumlandırarak oluşturulan bakış açısı, bırakın Hegel’i düzeltmeyi onun düşünsel seviyesine bile ulaşamayacaktır. Bu düalist zemine bastıktan sonra düşüncenin nesnelliğini sağlamanın yollarını aramak, ayaklarınızı bağladıktan sonra koşmaya çalışmak kadar mümkündür. Lenin’in, Hegel’i anlamadan Marx’ın anlaşılamayacağına dair sözlerini de unutmamak gerekir.

İlyenkov Kapital’den bir alıntı yapar ( 2020: 128) “metaların fiyat ya da para biçimi, genel olarak onların değer biçimleri gibi, kendilerinin elle tutulur gerçek maddi biçiminden farklı, yalnızca ideal veya zihinsel bir biçimdir”. Bu alıntıdan sonra İlyenkov devam eder “burada dile getirilen ‘ideal’, genel olarak emeğin ürünlerinin değer biçiminden başka bir şey değildir. Dolayısıyla ‘ideal’ kavramını, ‘bilince içkin’, ‘yalnızca bilinçte olan’, ‘yalnızca insanların zihinsel temsillerinde olan’, kişilerin ‘imgeleminde’ bulunan biçiminde anlayan okur, Marx’ın ifade ettiği bu düşünceyi yanlış anlar ve Marx’a ilişkin olarak, onun gerçek anlayışıyla hiçbir ortak yanı bulunmayan bir kavrayış edinir. Bu durumda Kapital (Marx’ın izinden gidilerek!!!) -üretici güçlerin örgütleniş ve gelişiminin değer biçiminden, üretim araçlarının bir işleyiş biçiminden ibaret olan- sermayenin, ‘gerçekte değil’, yalnızca bilinçte, yalnızca insanların öznel imgeleminde var olduğu anlayışı ile okunur”. Marx’ın izinden gittiği iddiasında olan birçok çağdaş Marksist için ne denli önemli bir uyarı ve doğru bir saptama. Bu noktada değerin ve değer biçiminin idealliği bilinç içi anlaşıldıktan sonra bu bilinç içi alanın toplumun ortak bilinci şeklinde genişletilmesinin bir çözüm olamayacağına değinmiştik. Aynı eksende tersten bir yanılgı ile idealin nesnelliğini beynin dokularında ya da toplumun bütünlüğünde aramak da sonuç vermeyecektir. İdeal biçim, toplumsal bir ilişkidir ancak bu toplumsal ilişki, öznesini ister bireyde ister toplumda bulduğumuz bir ‘bilincin sonucu’ olan bir ilişki değildir. (İlyenkov, 2020: 128) “Burada vücut bulan ve ‘temsil edilen’ şey, emeğin belirli bir biçimi, nesnel insan etkinliğinin, eş deyişle, doğanın toplumsal insan tarafından dönüştürülmesinin belirli bir biçimidir”.

 İlyenkov şöyle söyler (2020: 129) “maddi yaşamlarını toplumsal olarak üreten ve yeniden üreten insanların, eş deyişle, emeklerini kolektif biçimde gerçekleştiren ve bundan dolayı, zorunlu biçimde bilinç ve istenç sahibi olan bireylerin bulunmadığı bir yerde ‘ideallikten’ söz edilemez. Ancak bu, ‘şeylerin idealliğinin’ insanların bilinçli istencinin bir ürünü olduğu, idealliğin ‘bilince içkin’ olduğu ve yalnızca bilinçte var olduğu anlamına gelmez. Tam aksine: bireyin bilinci ve istenci, şeylerin idealliğinin bir işlevi, bu idealliğin gerçekleşmesi biçiminde iş görür”. Bu noktada İlyenkov’un makalesinin adında gördüğümüz duruma ulaşırız yani idealin diyalektiğine. İlyenkov bunu şöyle ifade eder (2020: 129) “idealliğin doğası ve kökeni bütünüyle toplumsaldır; yine de ideal, bilgi biçiminde, insandan bağımsız olarak var olan nesnel gerçekliği yansıtır. İdeal, şeyin biçimidir; ne var ki bu şeyin dışındadır -insan etkinliğinin bir biçimi olarak insan etkinliğindedir. Başka türlü söylersek, ideal, kişinin etkinliğinin biçimidir, ama şeyin bir biçimi olarak kişinin dışındadır”. İlyenkov, ideale metafizik bir tek yönlülükle yaklaşmanın hep hezimet yarattığından bahseder. İdeale, ‘şeyin biçimi’ dendiği anda, idealin maddi olmayan salt işlevsel bir yapı gibi gözüktüğünü, tersine ideale, salt bir işlev, arı bir etkinlik olarak yaklaştığımızda da maddi yapılardan kopuk bir boş tarif olarak kaldığını söyler. Devamında bu tartışmayı da hak ettiği derinlikte, önce Hegel’den başlayıp sonra Marx’a çıkarak yapar.   

Bu kuramsal derinliği neden gereksindiğimizin küçük bir örneği olarak, metanın para biçiminin ‘ideal biçim’ olduğunu tekrar hatırlatalım. Bu günümüz para tartışmalarının olduğu kadar, Ricardo’nun teorisinin anlaşılmasının da anahtarının nerede olduğunu işaret etmektedir. İki metanın değişiminde her iki metada da olan ancak maddi olmayan bir ortak yön, bir ortak töz arayan Ricardo için bu (İlyenkov, 2020: 136) “töz yalnızca etkinlik, ‘arı etkinlik’, ‘arı biçim yaratıcı edim’ olabilir”di. Sonuçta da (İlyenkov, 2020: 136) “ekonomik etkinlik alanında, bu tözün doğasının fiziksel bedenini dönüştüren emekten, fiziksel insan emeğinden, ‘değerin’ de gerçekleşmiş emekten, ‘vücut bulmuş’ emek ediminden başka bir şey olmadığı açık biçimde ortaya çıkar”. Ancak bu tözün ya da özün aldığı ‘biçim’ konusunu Ricardo açıklayamaz. Aslında Hegel’in ‘ideal’ ve ‘biçim’ kuramlarından uzak olduğu için bu sorunu görmez bile. Zaten bu körlüğünün sınıfsal yararlarını nasıl gördüğünden de Marx bahseder. Değer biçiminin idealliğinden koparılmış bir değer, bir töz olarak, tarihin her döneminde var olan ve günümüzde bu varlığına sadece yaygınlığı eklemiş olan, tarih ve toplum dışı bir kavram haline gelmiş olur. (İlyenkov, 2020: 136) “Bundan dolayı, bu biçimin idealliği eskiden olduğu gibi gizemini korudu”.

İlyenkov’a göre Marx’ın felsefe bilgisi, özellikle Hegel’in ideal kavramsallaştırmasına hakimiyeti ve onu aşan bakışı esas gücünü oluşturur. Hegel, insanın, doğayı dönüştürücü emek ve etkinliklerini, saf ideale göre yönlendirilebildiği ölçüde ulaşılan, ideal biçimler olarak görmüştür. Bu meşhur tabirle tepe taklak bakışı düzeltmek Marx’ı çözüme taşımıştır. (İlyenkov, 2020: 137) “Bunun kesinlikle bir şeyin kendi biçimi (eş deyişle, bir şeyin doğal belirlenimleri) değil, doğal malzemede vücut bulan toplumsal insan emeğinin veya toplumsal insanın biçim yaratıcı etkinliğinin bir türü olduğu gerçeği, ‘ideallik’ bilmecesinin çözümünü içerir”. Bu çözüm, değer biçiminin idealliğinin çözümü olarak ekonomi politik kategorilere verdiği doğru cevaplar kadar, tüm bir felsefi süreç olarak ideal tartışmasına ürettiği cevapla felsefeye bu ana sorusu ekseninde bir son da koyar. İlyenkov, kitabında yer alan ancak bizim bu yazımızda konu edinmediğimiz diğer makalelerinde, bilincin ve algının oluşumundan, kavram ve kategorilerimizin kuramsal çözümlemesine, bilim felsefesine kadar Marx’ın cevabının yarattığı muhteşem dönüşümleri serimler.

İlyenkov, değer biçiminin idealliğinin görülmemesi bir yana bir de ‘değerin’ soyut, düşünce içi bir kavram olduğu yanılgısının yaratacağı soruna bir örnek olarak, Keynes’i de kapsayan düşünsel süreci verir. İlyenkov (2020: 138) “bu ekonomistler, sorgusuz sualsiz biçimde, maddi bir olgunun ifadesinin ‘arı ideal biçimini’, gerçekten maddi, ekonomik olgunun, ‘değerin kendisinin’, ‘genel olarak değerin’ yerine koydular. Onlara göre, fiyat olarak ideal ifadesinden bağımsız ‘saf değer’, emek değer kuramının klasik ekonomistleri tarafından icat edilen bir ‘kurgudan’ başka bir şey değildir ve yalnızca Smith, Ricardo ve Marx’ın kafasında vardır”. Devamında, Keynes ve benzer ekonomistler için, değerin maddi bir olgu olmaması yanında, sadece değer biçiminin var olduğu ve bu biçimin de bilince ait ideal yapısı ile salt düşüncede bulunduğu yönlü bir sonucun yarattığı yanlışlara değinir.

İlyenkov genel bir çerçeve içinde şu değerlendirmeyi bize sunar (2020: 142) “Hegelci diyalektiğin eleştirel materyalist dönüşümüne götüren yoldaki ilk adım, bizzat dış dünya görüngülerinin, insanın ve kafasının dışında ve onlardan önce var olan dünyanın ‘idealliğini’ kabul etmektir. Bir sonraki adım, daha somut biçimde, ‘değer biçimi’ ve – ‘arı ideal biçim’ ile bu biçimin maddi imgesi arasındaki karşıtlığın en tipik örneği olan değer biçiminin – ‘kendinde değerden’ temel farklılıkları sorununun olumlu biçimde çözüme kavuşturulması sürecinde atılır. Bu sorunun -hem diyalektik olarak, hem de somut olarak- parlak biçimde, gerek genel felsefi terimlerle gerek özgül ekonomik terimlerle, gerçek bir ekonomik olgunun dışavurumunun ‘ideal biçimi’ ile bu olgunun gerçek, maddi varlığı arasındaki ayrımın uygun felsefi biçimde belirlenmesi anlamında çözüldüğü Kapital’de, ilginç ve günümüzde de geçerli olan şey budur”. Marx’ın bilimi ve bu bilimin kitabı Kapital’in kapsamı ve önemi ancak bu şekilde anlatılabilir.

Aslan’ın yazısının içeriğini oluşturan, ‘değer biçimi’ ve ‘değer biçiminin nesnelliği’ tartışmalarını yapmak doğru yolda olmak demektir. Ancak görülmesi gereken ilk şey, değer biçiminin idealliği ve devamında da ideal biçimlerin nesnelliği olgularının bu tartışmanın ana unsuru olduğudur. İlyenkov’un tarifi ile (2020: 134) “ideal biçimlerin nesnelliği, Platon’un veya Hegel’in düşlemi değil, tartışılmaz, apaçık ve direngen bir olgudur. Bu, binlerce daha düşük seviyeli düşünürler bir yana, Aristoteles, Descartes, Spinoza, Kant, Hegel ve Einstein çapındaki düşünürlerin binlerce yıl boyunca üzerinde kafa patlattığı bir olgudur”.

Ulaştığı yanlış sonuca rağmen Aslan’ın, başlangıç sorusunu ne denli doğru koyduğunun bir örneğini vererek tamamlayalım. Aslan yazısında, kendisini de bu konuda tartışmaya iten bir eşitlikten, daha doğrusu tersine çevrilemeyen bir eşitlikten bahsediyor. (Aslan, 2020: 185) “x kadar a metası = y kadar b metası şeklindeki ifade, neden tersinden, yani y kadar b metası = x kadar a metası şeklinde yazılamamaktadır”. Aslan çok doğru bir şekilde, salt niceliksel ve mekanik bir ilişki kurulmuş olsa bu şekilde bir ters çevirmenin yanlış olamayacağını söyler. O zaman Aslan’ın Marx’tan alıntıladığı “değer biçiminin bütün sırrı, bu basit değer biçiminde saklıdır” sözündeki sırrı nerede aramak gerekir? Bu doğru soruyu tartışmak için bir yol aradığımızda Lenin bize yardımcı olabilir. Lenin, Felsefe Defterleri’nde Hegel’in ideal tartışmasında materyalizme çok yaklaştığını söylemişti. ‘Çelişkili ama böyle’ demeyi de ihmal etmemişti. Gene Lenin, Diyalektik Sorunu Üzerine adlı makalesinde, en basit yargıda bile diyalektiğin olduğunu söylemişti: “Medor bir köpektir”. ‘Medor = köpek’ çok doğru bir eşitlik iken, kavrama ait birçok çelişkili belirlenimi de taşımaktadır. Bu yargıda ‘Medor’ tikeli, bir genel (tümel) olan ‘köpek’ ile eşitlenmektedir. Bu yargısal eşitlik, salt bir niceliksel tarif ya da tikeli bir nosyona eşitleme hali değildir. Tikel ile tümelin çelişik birliği olarak kurulan bir eşitliktir. Üstelik bu eşitliğin tersi de doğru değildir yani ‘köpek = Medor’ doğru değildir. Kapital’de, trampa süreçleri ile tarif edilen eşitliklerin terslerinin de ifade edilebilmesine rağmen, birçok metanın, tek bir meta ile kurduğu eşitlik ile oluşan para ‘biçimi’ni ve bu ‘ideal biçimin’ oluşum şeklini görürüz ve bu şekil artık tersiyle aynı doğruluğu sağlamaz. Artık niceliksel bir ifade olmasının ötesine geçen ve ‘değer biçimi’ olarak, ‘ideal bir biçim’ olarak kurulan eşitliği tersiyle ifade edemeyiz. Aslan’ın da söylediği gibi bu niceliksel bir eşitlik olmama durumu ancak ‘biçim’ ve ‘idealin nesnelliği’ tartışmalarının doğru bir çözümlemesi ile anlaşılır olabilecektir. Daha geniş bir açıklama okumak isteyen okura, İlyenkov’un,makalesinin de bu örnekle başladığını belirtelim. İlyenkov ideal tartışmasına şu örnekle başlar (2020: 85) “İvan bir kişidir, ama bir kişi İvan değildir. İşte tam bu nedenle, genel bir kategori, tipik bile olsa, ‘idealliğin’ belirli bir durumuyla tanımlanmamalıdır”. Bu nokta kavramın, tüm kategorilerin ve idealin tartışılmasının başlangıç noktasıdır.

Aslan’ın makalesini okumak, yapmamız gereken tartışmanın ne olması gerektiği konusunda bizlere ipuçları sunuyor. Ancak ne yazık ki bizleri girmememiz gereken bir öznel idealist yola sevk ediyor. İlyenkov’un makalesini okuduğumuzda ise takip etmemiz gereken yolu ve ulaşmamız gereken kuramsal derinliği anlamaya başlıyoruz. Bu nedenle, Siyaveş Azeri’nin çevirisi ile Yordam Yayınlarının bize sunduğu İlyenkov’un İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu kitabının, tekrar tekrar okunmayı ve tartışılmayı ziyadesi ile hak ettiği kanaatindeyiz.   

abstraktdergi.net sitesinde 30 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır

Kaynakça

Aslan, Vedat Ulvi (2020) “Değer Biçimi Çözümlemesi ya da İktisat Yanılsamasının Eleştirisi”, Praksis Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 54: 179-202.

İlyenkov, Evald (2020) “İdealin diyalektiği”, İlyenkov, İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu içinde, Çev: Siyaveş Azeri, İstanbul, Yordam yayınları: 84-159.

Yorumlar kapatıldı.