İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nail Satlıgan’ı Anmak ve Anlamak

28 Nisan 2013 tarihinde Nail Satlıgan’ı kaybetmiştik. Ömrünü sosyalist hareketin bir neferi olarak geçiren Satlıgan, ölümünün üzerinden geçen sekiz yıla rağmen, çalışmaları ile hala güncel ve önemli olmaya devam etmektedir. Onu anmanın en iyi yolu da bize bıraktığı tartışmaları sürdürmekten geçse gerektir. Birçok kapsamlı çalışması yanında bize sunduğu önemli bir katkıda, Kapital’i anlamak için, ülkemizde çok sık karşılaşmadığımız bir kuramsal çerçeve önermesidir. Yazılarında hala bizi bu eksende uyarmaya devam edebilmektedir. Bu yazıda Satlıgan’ın bu uyarısını duymaya çalışacağız.

Kapital’in İzinde kitabında toplanmış yazılarında Satlıgan genel olarak iki noktaya dikkat çeker. Birincisi Marx’ın eserinin, Hegel’in diyalektik yaklaşımı ile olan güçlü bağı nedeniyle zor anlaşılır bir metin olmasının yanı sıra, aynı zamanda yanlış anlaşılmalara da açık bir metin olduğudur: “Çünkü birtakım ‘Ortodoks’ Marksistler daima tersini ileri sürseler de Kapital hem tamamlanmamış hem de okunması alabildiğine zor bir metindir. Muhakeme, Hegel diyalektiğine özgü felsefi giriftliklerle örülüdür ve bu tür bir gidimli düşünceye alışık olmayanların henüz (ve özellikle) 1. Ciltte yollarını kaybetmeleri işten değildir”.[1]

            Birinci ile bağlantılı ikinci nokta ise, olası bir yanlış anlamanın bütün metni salt niceliksel hesaplamalar ekseninde anlama ile sonuçlanabileceği yönündedir: “Metaların mübadele oranı ya da mübadele değeri, salt cansız nesneler arasındaki nicel bir oran değildir; o, metaları üretmiş olan bireylerin emekleri arasındaki ilişkiyi de dile getirir”.[2] Mübadele değeri bu iki belirlenimin bütünlüğünü ifade eder. Bu organik bütünlüğü içermeyen yanlış bir yaklaşım, mübadele değerini nicel ve nitel iki alana ayırır. Mübadele değerinden, salt bir emek saat niceliği olarak bahsettikten sonra, mübadele değerinin ek bir özelliği olarak, bir de niteliksel yönü olduğunu söylemek bu ikiye ayırmanın yarattığı parçalanmışlığı gidermeye yetmez.

            Bu iki uyarı ekseninde Satlıgan; “Değerin (t)özü ‘soyut insan emeği’, ‘türdeş insan emeği’, ‘harcanış biçimi ne olursa olsun insan emek gücüdür’” ve “değerin büyüklüğü ise, söz konusu metayı üretmek için toplumsal olarak gerekli emek-zamanla belirlenir”[3] diyerek değerin özünü ve bu özün nicel büyüklüğünü saptar. Ancak bu noktada unutulmaması gereken, değerin özü ve bu özün nicel büyüklüğünün halen, değerin biçimi olan mübadele değeri olmadığıdır.

            Terminolojik yanlış anlaşılmaları önlemek için buraya bir parantez açmamız gerekmektedir. Değeri ikiye bölen yanılgı geçmişte de yaygındır. Marx bu konuya Kapital’de şöyle değinir: “Merkantilistler asıl ağırlığı, değer ifadesinin nitel yönüne ve dolayısıyla metanın, en gelişmiş biçimine parada ulaştığı eşdeğer biçimine verirken, ellerindeki metayı ne pahasına olursa olsun satmak zorunda olan çağdaş serbest ticaret bezirgânları, göreli değer biçiminin nicel yönüne önem vermişlerdir”.[4] Bu yanılgının benzerleri günümüzde de sürmekte hatta Marksist alanı da iki ayrı değer tanımı içinde bölmektedir. Bu bölünme kabaca şöyle ifade edilebilir: Marksist değer teorisini niceliksel eksende, emek saatler büyüklüğü olarak tanımlayanlar ile bu değeri niceliksel eksenden ayrı olarak, niteliksel bir bakış ile, toplumsal bir ilişki çerçevesinde, toplumsal bir biçim olarak tanımlayanlar. Elbette her iki yaklaşım, bu iki ucun bütünlüğünü de ilan etmekten geri durmazlar. Ancak her iki yaklaşımda da bu bütünlük, organik bir bütünü değil, ayrılıkları içinde birleştirilmiş eklektik bir birliği tarif eder. Bu eksende taraflar, ‘niceliksel değerciler’ ve karşısında da ‘değer biçimciler’ olarak anılmaktadırlar. Niceliksel bir değer tarifi, Ricardo’nun emek değer teorisi ile o denli benzerdir ki bazı kaynaklarda, niceliksel emek değerciler yerine Rikardocu emek değerciler ya da neo-ricardocu emek değerciler denmekte sakınca görülmemektedir. Bunun karşıtı olarak da niteliksel bir değer tarifi için değer biçimciler tanımlaması kullanıldığını tekrarlayalım. Satlıgan, değer için bu şekilde oluşturulmuş düalist bir bakışın Marksizmin sorunlu bir alanı olarak görülen, dönüşüm sorununun da kaynağı olduğunu söyler. Dönüşüm sorunu olarak gördüğümüz şey, değerin niceliksel bir çözümlemesinin yanlışlığının ürünüdür. Satlıgan çok sevdiği Sweezy’nin, dönüşüm sorunu ve değer üzerine yazdıklarının, niceliksel değer yaklaşımını güçlendiren sorunlar ürettiği için yararından çok zarara neden olabileceği kaygısını da dile getirmektedir. Parantezi kapatırken şunu söyleyebiliriz, Satlıgan’ın eksik anlaşıldığı ya da anlaşılmadığını söylediği, Kapital’de ifade edilen değerin biçimi kavramı, yukarıda ifade ettiğimiz düalist değer anlayışının sonucu olarak önümüze çıkan, değer biçimcilerde gördüğümüz kavramsal tarif değildir. 

            Satlıgan’ın yazılarındaki değer biçimi, bu tarz bir ikiliğin sonucu olarak tanımlanan biçim değildir. Satlıgan, Ricardo ile Marx’ı ayıran anlamı ile değer biçiminden bahsetmektedir: “Ekonomi politik eleştirisini varlığıyla, klasik emek-değer teorilerini ise yokluğuyla ayırtkanlaştıran bu bilgi alanına ‘değer biçimi (wertform) tahlili’ diyoruz”. [5]

            Aynı eksende Marx da şöyle söylemektedir: “Klasik ekonomi politiğin başlıca eksiklerinden biri, metanın ve daha özel olarak da, metanın değerinin analizinden, değeri mübadele değeri haline sokan değer biçimini bulmayı hiçbir zaman başaramamış olmasıdır”.[6]   Ricardo için değerin (t)özü dolayımsız olarak, nicel büyüklüğü olan emek saatler ile ifade bulabilirken Marx, “metanın değerinin, nasıl olup da doğrudan doğruya değil, ancak mübadele değeri biçiminde ifade edildiğini açıklamaya girişir”.[7]  Bu girişimin sonunda biz, Ricardo’da olmayan bir şeyle, değer biçimi ile karşılaşırız. Marx’da “mübadele değeri metanın ‘değer biçimi’ olarak ele alınır… mübadele değeri onun (metanın) toplumsal biçimidir”.[8]

Bu noktada, yukarıda da değindiğimiz gibi, değerin özü emek olarak saptanıp, bu emeğin nicel büyüklüğü olarak emek-saatler hesabının sonucu da mübadele değeri olarak ifade edildikten sonra bu ifadeye, dışsal olarak toplumsal bir bakış ya da sosyolojik bir yorum eklemenin Marksist bir değer belirlenimi için yeterli olacağı ve sorunu çözeceği sanılır. Ancak değer biçimini açıklamakta doğru yol bu değildir. Satlıgan’ın saptadığı gibi bu yanılgıda aslında  Kapital’in yapısının da payı vardır: “Görünüşe bakılırsa bölümün ilk üç kesiminde teknik bir iktisadi muhakeme dördüncü kesimde ise, mübadelenin beslediği yanılsamalar üzerine bir tür sosyolojik yorum sergilenmektedir. Bu görünüş yanıltıcıdır. Çünkü Marx’ın muhakemesinin anlamlı olması için, dördüncü kesimin, bölümün tümünün, hatta değer teorisinin tümünün temeli olarak görülmesi gerekir”.[9] Satlıgan’ın sözüne ettiği dördüncü bölüm meta fetişizmi bölümüdür. Devamında Satlıgan, değer biçiminin anlaşılmasının yolunun, emek saatlerin niceliksel hesaplarına, metanın fetiş karakterinin bütünlüğü ile bakmaktan geçtiğini belirtir: Marx’ın değer teorisini, kendisinden önce gelen klasik ekonomi politikçilerin, özellikle Ricardo’nun değer teorisinden açıkça farklı kılan, bu temeldir. …meta fetişizmi teorisinin, bir başka deyişle ‘değer biçimi’ tahlilinin değer teorisinin temeli ve ayrılmaz bir parçası olduğunu … vurgulama(nın)…”[10] öneminden bahsederek devam eder.

Satlıgan için, değer biçimi, gerçek bir varoluşa sahiptir ve salt emek-saat olarak ifade edilme yanılgısıyla oluşturulmuş bir değerin, soyut bir görüngüsü olarak düşünülmemelidir. Satlıgan bu noktaya dikkat çeker; “dikkat edilmesi gereken şudur; Marx, görüngünün bir yanılsamadan ibaret olduğunu söylüyor değildir: Görüngü alabildiğine gerçektir.”[11] Mübadele değeri bir toplumsal soyutlama, mübadele etkinliğinden soyutlanarak ulaşılan bir yanılsamalı görüngü olmadığı gibi, “görünüşe göre değer, iradesini üreticiye zorla dayatan, ürünlerin ayrılmaz bir niteliğidir”.[12] Satlıgan’ın, değerin, bir nesnel gerçeklik olarak, bir tür somutluk olarak var olduğu ve insan aklının bir soyutlaması değil tersine insana kendini dayatan bir gerçeklik, nesnellik olduğu yönünde yaptığı vurgular çok önemlidir.

Bir Nesnellik Olarak Değer

Marx “Mübadele değeri, ilk bakışta, bir nicel ilişki, bir türdeki kullanım değerinin bir başka türdeki kullanım değeriyle mübadele oranı, zamana ve yere göre sürekli değişen bir ilişki olarak görünür”[13] der. İlk bakışın kolaylığına kapılan Ricardo için de değer, değişimin nicel bir ilişkisidir. Değerin bir nesnellik olarak tarifi ve bir nesnellik olarak biçime sahip olacağı düşüncesi Ricardo’ya çok uzaktır.  

Marx’ın açıklamasına göre; “metalar, değerler olarak, yalnızca homojenleşmiş insan emeğidir, dersek, analizimiz onları değer soyutlamasına indirger, ama, onlara kendi fiziksel biçiminden farklı bir değer biçimi vermez”.[14] Ricardo da tam bunu yapar. Ulaştığı değer tarifi, soyut bir belirlenim olarak, bir ‘biçime’ elbette sahip olamaz. Bu nedenle Ricardo değerin biçimini hiç görmez. Ricardo için değer bir nesnellik değil, bir toplumsal soyutlamadır.

Oysa Marx için değerin nesnelliğinin görülmesi tüm problemin çözümüdür: “Akıcı durumdaki insan emek gücü ya da insan emeği, değer yaratır, ama değer değildir. Ancak katılaştığında, nesnel biçim kazandığında değer olur. Keten bezinin değerini insan emeğinin donmuş hali olarak ifade edebilmesi için, onun, keten bezinden cisimsel olarak farklı ve aynı zamanda keten bezinin diğer metalarla birlikte ortaklaşa sahip bulunduğu bir ‘nesnellik’ olarak ifade edilmesi gerekir. Problem çözülmüş bulunuyor.[15] Marx’ın, özellikle tırnak içine alınmış bir şekilde ifade ettiği ‘nesnellik’, hem problemi çözen hem de değeri tarif eden bir ‘nesnellik’tir. Bu nesnellik metaların cisminden farklı ancak hepsinde olan bir nesnelliktir. Bu, Ricardo’nun asla anlayamayacağı bir nesnelliktir. Aslında Hegel’in, bilinç biçimleri olarak tarif ettiği kategorilere aşina olmayan herkes için görülmesi zor bir nesnelliktir. Marx’ın dediği gibi “burjuva iktisadının kategorilerini işte bu türden biçimler oluşturur. Bunlar, tarihsel olarak belirlenmiş olan bu toplumsal üretim tarzı, yani meta üretimi için, toplumsal olarak geçerli, dolayısıyla nesnel düşünce biçimleridir”.[16] Değer, sermaye vb. birer ekonomipolitik kategoridir sonuçta.

Değerin biçimini anlamak, değeri bir nesnellik olarak görmek, Marx’ın değer teorisinin temeli olduğu kadar en zor anlaşılan yönüdür de. Kapital’in önsözünde Marx, Kugelman’ın “değer biçiminin tamamlayıcı, daha didaktik bir açıklamasının okuyucuların çoğu için gerekli olduğuna”[17] kendisini ikna ettiğinden bahseder. Birinci basıma önsözde “değer biçimi üzerine olan kesimleri saymazsak, bu kitabın zor anlaşılmasından yakınılamaz”[18] derken de değer biçiminin anlaşılmasının zorluğu konusunda bizi tekrar uyarır. Değer teorisi, ekonomi politiğin temelini oluşturduğundan, değeri anlarken matematiksel soyutlamaların ya da aynı soyutlukta ifade edilen toplumsallıkların içine düşmeden önce bu uyarılara kulak vermek gerekir. Bir de kavramlarımızı, günümüz dünyasının apaçık doğru ve bilimsel saydığı pozitivist metafizikten alıyorsak, ulaştığımız sonuçları daha da eleştirel bir akılla tartmamız icap eder. Aksi takdirde, Marx’ın değer kuramını anlayalım derken kendimizi, Say’in, Mill’in ve özellikle de Ricardo’nun yanında buluvermemiz oldukça mümkündür. 

Satlıgan için de “değer teorisi Marx’ın kapitalist toplum teorisinin temelidir”.[19] Bu temeli hakkıyla anlamak içinde, düzeltilmiş bir Hegel mantığına ihtiyaç olduğu konusunda bizi uyarması önemlidir. Günümüzde biçim tartışmaları yok değildir. Ancak biçim ve biçimin nesnelliği olarak ifade edilen şey, olgulara, toplumun ortak düşünsel yaklaşımı olarak açıklanmakta yani biçim, bir çeşit ortak toplumsal soyutlama olarak görülmektedir. Aynı yanılgılı yaklaşım, biçimin nesnelliğini de toplumun düşünsel olarak ortaklaşmasında yani sosyal bir zeminde bulmaya çalışmaktadır.  Bu yanılgılı eksende, değerin, bilincin ürünü olmayıp ‘nesnel’ bir olgu olduğunu söyledikten sonra bu nesnelliği, toplumun ortak bilincinde, ortak bir toplumsal kabulde görmek, bir anlamda bilinç dışılığı ile tariflenen nesnelliği açayım derken, çoğullaştırılmış bir bilincin içine geri dönmek anlamına gelmektedir. Bu şekilde bir açıklama ile ‘biçimin nesnelliği’, toplumun genel kabulünde, ortak bir toplumsal bilinçte görüldüğünden, gerçeklik de ikiye bölünür. Bir yanda toplumsal kabuller ile tariflenen gerçeklik, diğer yanda doğa bilimlerinin sunduğu gerçeklik. Doğa bilimlerini, bilinç içi bir kurmacadan kurtarmaya çalışan bu yaklaşım, toplum bilimlerini ise toplumun ortak kabulleri olarak, bilinç içi bırakmakta bir sakınca görmez. Bu ayrılık içinde, Marx’ın ekonomi politiğinin diyalektik tarihsel materyalist yöntemi, toplum bilimlerinin bilinç içi yöntemi olarak konumlandırılmak zorunda kalınır. Toplum bilimden ayrı olarak kurgulanan doğa bilimleri de, katıksız bir pozitivist yönteme mahkum edilir.

Ulaşılan noktada Engels’in, bu ikiliği tanımayan ve Doğanın Diyalektiği’ni yazan aklını, diyalektik materyalizmin bilinç içi yapısını, doğanın bilinç dışı yapısı ile eşleyerek, onu kabalaştırdığı şeklinde bir suçlama ile sonlandırmak yaygın bir yanılgı olarak oluşur. ‘Bilinç biçimlerinin nesnelliği’ tartışması, bu yüzden ziyadesi ile önem arz eder ve kolaycı pozitivist açıklamalar ile aşılamayacak kadar da karmaşıktır. Satlıgan’ın önemle belirttiği gibi bu karışıklığı görmek ve aşmak için Hegel terminolojisi ve mantığı konusunda bilgi sahibi olmak çok kolaylaştırıcı olacaktır. Aksi takdirde bırakın Hegel’i aşmayı, onun düşüncesinin eteklerine dahi ulaşamayan bir pozitivizmin veya ampirizmin içinde kalmak içten bile değildir.     

Değer biçiminin nesnelliği, toplumsal ve tarihsel bir ortak kabul değil, toplumsal ve tarihsel bir gerçekliktir, insan bilincinin dışındaki tüm şeyler gibi o da bireysel bilincin dışında bir nesnelliktir. Nail Satlıgan’ın altını çizdiği bu tartışmayı sürdürmek ve derinleştirmek ardında kalanların görevi olarak durmaktadır. Günümüzde değer biçimi veya bilinç biçimleri tartışmalarını çok felsefi, çok Hegelyen, çok gereksiz bir ayrıntı olarak görenler için Marx’dan son bir söz alıntılayarak bitirelim; “burjuva toplumu için emek ürününün meta biçimi ya da metanın değer biçimi, iktisadi bütünün hücre biçimidir. Bunun analizi, eğitimsiz olanlara, sadece kılı kırk yarmak olarak görünür”.[20]

27 Nisan 2021 tarihinde birartıbir.org sitesinde yayınlanmıştır


[1] Nail Satlıgan, “Marksist İktisat, Yeniden”, Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak, Kapital’in İzinde, İstanbul: Yordam Yayınları, 2012, s. 16.

[2] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 35

[3] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 35

[4] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2011, s. 72

[5] Nail Satlıgan, “Değer Büyüklüklerinin Belirlenmesi Üzerine: Filolojik Bir Deneme”, a.g.y. ,s.167

[6] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2011, s. 90

[7] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 36

[8] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 36

[9] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 37

[10]Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 38

[11] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 37

[12]  Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 37

[13] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2011, s. 50

[14] a.g.y., s. 63

[15] a.g.y., s. 63

[16] a.g.y., s. 86

[17] a.g.y., s. 22

[18] a.g.y., s. 18

[19] Nail Satlıgan, “Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz”, a.g.y., s. 35

[20] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2011, s. 18

Yorumlar kapatıldı.