İşçi sınıfının COVID 19 pandemisi öncesi ve 2022 başlangıcından bugüne devam eden eylemleri sosyalist yapıların sınıf ile olan ilişkisinin boyutunu tartışılır hale getirmiştir. İşçilerin yapmış olduğu mücadeleler, bilinç ve eylemlilik olarak kendiliğindenliğin ötesine taşınamamaktadır. Hatta dışardan bilinç taşımasını düşündüğümüz yapılar kendiliğindenliğe hapsolmuş gözükmektedir
Lenin Ne Yapmalı[1] kitabında bize, işçi sınıfı partisinin, işçi sınıfı ile kuracağı bağın şeklini sunarken, ayrıca bu bağı salt fabrikalarda var olan çelişkiler üzerinden kurmak gerektiği iddiasında olan sosyalistleri de ekonomizmin içine düşmekle suçlamıştır. İşçi hareketinin kendiliğinden geliştiği yerlerde bu hareketle ilişkilenme şeklimiz ve hareketin oluşmadığı yerlerde de oluşturma çabamızın biçimi konusunda bize önemli şeyler söylemektedir. Lenin, günümüz politik yapılarının genel olarak doğru buldukları “ekonomik mücadelenin genelde kitlelerin politik mücadeleye çekilmesi için ‘en geniş kullanılabilirliği olan araç’ olduğu” önermesine, “kesinlikle doğru değildir” diyerek karşılık vermektedir.
Lenin’in bu konudaki saptamalarını tartışmak henüz gerekli değilmiş gibi algılanabilir. Günümüzde sosyalist hareketin zayıflığını, ekonomizm içine düşmek veya düşmemek ile eleştirmek anlamsız görülebilir. Ancak bugün sosyalist hareketlerin yönelimlerinin yanlışlığının ya da ataletinin kaynağını da ekonomizm içinde aramalıyız. Görünümü oluşturan tablo, sosyalist hareketlerin güçsüzlüğü ve politik alanın küçük burjuva bir eksene kayması olsa da, bu görünümün özünün ekonomizm olduğunu düşünüyoruz. Sosyalist hareket, ekonomizmin dar alanında hareket edemez hale gelip, örgütsel ve toplumsal karşılığını yitirmektedir. Aynı zamanda sosyalist hareketin taşıması zorunlu olan toplumsal mücadele alanları, küçük burjuva sivil toplumcu mücadelelerin varoluş alanlarını oluşturmaktadır. Böyle bir kayma, toplumsal bir apolitikleşme veya sosyalist yapıların fiziksel çabasının yetersizliği ile açıklanamaz. Örgütleri, toplumsal varoluşu anlamsızlaşmış ve tükenmiş yapılar gibi gösteren; toplumu, politik örgütlere yönelmeyen ve apolitik bir zemindeymiş gibi algılamamıza neden olan şey; sosyalist mücadele yapılarının taşımakta olduğu ekonomizm temelli kuramsal düşüncedir. Doğru bir zeminde yapılamayan sosyalist yapı ve toplum eleştirilerinin dışına çıkıp, içinde bulunduğumuz sorunu, bir bütün olarak ekonomizm eleştirisi içinde yeniden sorgulamamız gerektiğini düşünüyoruz.
Bu yazıda bir bütün olarak toplumu dönüştürmeye çalışan sosyalistlerin, salt fabrika (işyeri) odaklı sorunlar temelinde oluşturdukları propaganda ve ajitasyonun yapısı eleştirilmektedir. İşçi sınıfına işyeri odaklı sorunlar ile yaklaşmak ekonomizmdir. İstemeyerek de olsa günümüz sosyalist aklı bu zeminde bir çabanın içinde gözükmektedir. Sosyalist mücadeleyi, yeterince sınıfa yönelmemek ya da sınıfın içinde çalışmamakla eleştirmek yerine, öncelikle sınıfa yönelişinin kuramsal ayağının doğruluğunu sorgulamak gerekmektedir. Aynı şekilde sınıfı, yapılan çağrılara karşılık vermemekle eleştirmeden önce de sözün doğruluğunu ve kapsamını sorgulamak gerekmektedir.
Toplumu bütün olarak değiştirmeyi hedeflerken, toplumun bütün alanlarındaki sorunlara değinmemek olamaz. Sosyalist bir dönüşüm salt fabrikaların ve çalışma şeklinin dönüşümü değil, tüm hayatın yeniden yapılanması anlamına gelir. Böyle bir dönüşümü hedefleyen sosyalistlerin sadece çalışma hayatına dair bir şeyler söylemesi değil, yaşamın içindeki her türlü haksızlığa karşı sözlerinin olması beklenir. Sınıf temelli bir politikada, toplumsal alandaki tüm sorunlar işçilere aktarılmalıdır. İşçilere, işyeri dışında olmaları sebebiyle görmezden gelinen, baskı altında tutulan ve her türlü haksızlığa uğrayan toplumsal kesimlerin sorunlarını aktarmak gerektir. İşçilere ‘dışardan bilinç taşımak’ kavramının altında yatan budur. İşçilere fabrika sorunlarını anlatmayı yeterli görmek ise ekonomizm ve kendiliğindenliğin içine düşmek demektir.
İşçi sınıfının COVID 19 pandemisi öncesi ve 2022 başlangıcından bugüne devam eden eylemleri sosyalist yapıların sınıf ile olan ilişkisinin boyutunu tartışılır hale getirmiştir. İşçilerin yapmış olduğu mücadeleler, bilinç ve eylemlilik olarak kendiliğindenliğin[2] ötesine taşınamamaktadır. Hatta dışardan bilinç[3] taşımasını düşündüğümüz yapılar kendiliğindenliğe hapsolmuş gözükmektedir. Bu durumu aşmak için, parti (bilinç) ile sınıfın kendiliğindenliğinin nesnelliği ilişkisini kurabilmeliyiz ki ekonomizme düşmeyelim. Bu ilişkiyi doğru bir yerden kurmak içindir ki Lenin’in Ne Yapmalı adlı çalışmasına başvuracağız.
Lenin sosyalist partilerin kendiliğinden hareketi yükselteceği yerde kendiliğindenliğe teslim olduklarını tespit etmiştir. İşçi sınıfının işyeri sorunlarına ve taleplerine önem veren bir teorik yaklaşımın hâkim olduğundan bahseder. Ne Yapmalı’da bu aklı eleştirir. Bu aklı taşıyan partiler, kitle ile sosyalist bir akıl zemininde ilişki kuramamaktadır:
“Demek, Rus sosyal demokrasisinde ‘yeni akımın’ temel hatası, kendiliğindenliğe tapınmak, kitlelerin kendiliğindenliğinin bizden, sosyal demokratlardan, bilinci kitleselleştirmeyi talep ettiğini anlayamamaktır… Rusya’da kitlelerin kendiliğinden yükselişi o denli hızla gerçekleşti (ve gerçekleşmektedir) ki, sosyal demokrat gençlik bu devasa görevi yerine getirmeye hazırlıksız yakalandı. Bu hazırlıksızlık bizim genel talihsizliğimizdir, bütün Rus sosyal demokratlarının talihsizliğidir. Kitlelerin yükselişi kesintisizce ve istikrarla ilerleyip yayılmış, başladığı yerde kalmadığı gibi, yeni bölgeleri, toplumda yeni kesimleri kapsamıştı (işçi hareketinin etkisiyle öğrenci gençlik, genel olarak entelijansiya ve hatta köylülükte bir canlanma başlıyordu). Devrimciler ise gerek ‘teorilerinde’ gerek eylemlerinde bu yükselişin gerisinde kaldılar; sürekli, kalıcı, bütün harekete önderlik etme yeterliliğinde bir örgüt oluşturmayı başaramadılar.”[4]
Biz Lenin’in eleştirilerinin günümüz için de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Sınıfa sadece işyeri sorunları ile patronun ve hükümetlerin baskısı ve zulmü gibi söylemler ile yaklaşmak kendiliğindenliği aşmak anlamına gelmemektedir. Lenin “ekonomik mücadelenin kendisine politik bir nitelik kazandırmak” şeklinde ifade edilen ve işçilere salt çalışma hayatı içinde kalan bir propaganda zeminine hapsolan tüm çalışmaları trade-unionist bir politika yapılması olarak mahkûm etmiştir. Yani işçilerin ücret ve çalışma koşulları ekseninde başlattıkları mücadelelere “sosyo-politik yaşamın tezahürünün tüm zemini”ne yayılan bir genişlik katmadan, ekonomizm ve trade-unionist politikadan kurtulmuş olmuyoruz. Lenin işçilerin işyeri dışında toplumun tüm sorunlarını ve tüm kesimlerinin yaşadığı baskı, zulüm ve haksızlıkları işçilere anlatmalıyız der. Ve dışardan bilinç taşımak sözünün içeriğini de bu olarak görür.
“İşçilere politik olarak ezildiklerini açıklamak yetmez (çıkarlarının patronların çıkarlarına zıt olduğunu açıklamanın yetmeyeceği gibi). Politik baskının her somut görünümü üzerine ajitasyon (tıpkı ekonomik baskının her somut görünümü üzerine ajitasyon gibi) zorunludur. Söz konusu baskıdan toplumun farklı farklı sınıfları nasibini aldığına göre, söz konusu baskılar mesleki olsun medeni olsun ailevi olsun bilimsel olsun vb. Yaşamın ve insan etkinliğinin farklı farklı alanlarında görüldüğüne göre, otokrasinin her yönden politik teşhirinin örgütlenmesini üstlenmediğimiz takdirde, işçilerin politik bilincini geliştirme görevini yerine getirmiş olmayacağımız apaçık değil midir?”[5]
Lenin, örneğin ulusal haklarının tanınmamasından dolayı baskıya uğrayanların, mezhepsel inancı nedeniyle zulme uğrayanların, kadın olduğu için cinsiyet ayrımına maruz kalanların, yaşadığı çevrenin, derelerin, doğanın kâr uğruna kapitalistlerin çıkarına yok edilmesine itiraz edenlerin, kapitalist çatışmalar sebebiyle göç etmek zorunda kaldığı için insanlık dışı uygulamalara maruz kalanların vb. işçilere anlatılmasının, işçilerin politik bilincini oluşturan temel olduğundan bahsetmektedir. Politik bilinç ancak işyeri dışındaki “sosyo-politik yaşamın tezahürünün tüm zemini” kapsayan, toplumsal yaşamın bütünü içindeki sorunlar aktarılarak oluşturulabilir. Eğer bu sorunlar işçilere aktarılmaz ise işçi asla politik bilince ulaşamaz ve bu da işçilerde salt çalışma yaşamı içinde hapsolmuş bir mücadele alanı tarifine neden olacaktır. İşçiler, bu kısıtlanmış alanda burjuva ideolojisi içinde kalacaklardır. Lenin, tüm bu toplumsal sorun alanlarını, ekonomik taleplerin yanında bir mücadele alanı olarak da görmemektedir. Tersine toplumsal yaşamın tüm alanları politik mücadele alanı olarak tarif ediliyor. İşçi sınıfı partisinin temel görevi de işçilere, işyeri dışındaki toplumsal tüm sorun alanlarının aktarılması olarak saptanıyor.
Bu eksende ‘dışardan bilinç götürme’ konusuna da tekrar değinelim. İşçiler, işyeri şartlarını yaşayarak öğrenirler. Sosyalistlerin dışardan bilinç olarak taşıdıklarını düşündükleri; patronun zorbalığı, hükümetlerin kimin yanında oldukları, işçilerin birlikte mücadele etmesi gerekliliği vb. işçiler tarafından mücadele ettikçe dışardan bir akla ihtiyaç duymadan da görülecek ve öğrenilecektir. Onun için dışardan bilinç fabrika dışından bir yapının bu alana değmesini ifade ettiği kadar; asıl olarak fabrika dışındaki sorunları işçilere aktarmayı ifade eder. Dışardan bilinç bu zeminde anlaşılmalıdır. Elbette bu söylediklerimizden işyeri sorunlarını önemsizleştirdiğimiz anlamı çıkarılmamalıdır. Lenin işçilerin kendiliğinden hareketi olarak işyeri sorunlarına değinir ve asla görmezden gelmez. Önemli olduklarını da açıkça söylemiştir;
“… kısacası, ekonomik (fabrika ölçeğinde) teşhirler mücadelenin önemli manivelaları oldu ve bugün de olmayı sürdürmektedir. İşçilerin kendilerini savunmalarını zorunlu kılan kapitalizm var oldukça da önemlerini koruyacaktır. En ileri Avrupa ülkelerinde de bugün, ıssız bir “imalathanedeki” ya da ev içi çalışmaya dayalı unutulup gitmiş bir işkolundaki çarpıklıkların teşhir edilmesi, sınıf bilincinin uyanışı, meslek ölçeğinde mücadele ve sosyalizmin yayılması yolunda ilk adım olmayı sürdürüyor.”[6]
Ancak Lenin sosyalist partinin bu şekildeki örgütlenme ve çalışmayı başa koymasını trade-unionist bir politika olduğunu da söylemiştir. “Son zamanlarda Rus sosyal demokratlarının ezici çoğunluğu neredeyse bütünüyle fabrika teşhirlerinin örgütlenmesi çakışmalarına boğulmuş durumdaydı. Bunun nasıl bir boğulma olduğunu görmek için, böyle bir çalışmanın kendi başına alındığında sosyal demokrat değil, yalnızca trade-unionist bir faaliyet olduğunu unutan Rab.Mıysl’ı anımsamak yeterlidir… Söz konusu teşhirler (devrimciler örgütünce gereği gibi kullanılabildikleri koşullar varsa) sosyal demokrat faaliyetin başlangıcı ve bir parçası olabilir, ama aynı parça, (kendiliğindenliğe tapınıldığı takdirde) sosyal demokrat bir işçi hareketine değil, ‘salt meslek ölçeğinde’ mücadeleye de götürebilir.”[7]
Bu çerçevede yazımızın derdi, işçilerin yaptıkları ve yapabildikleri ile değildir. İşçi sınıfının partisinin görevini ve yapması gerekli olanı tartışıyoruz. Yoksa işçilerin her eylemi ve örgütlenmesi elbette önemlidir. Onun için bu yazıda işçilerin ne yaptığını değerlendirmeye çalışmıyoruz. Politik öznelerin yapması gerekli olanı daha doğrusu neyi yanlış yaptıklarını ve bunun neye dayandığını açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Bu noktada Lenin’den şöyle bir uyarı okuyabiliriz; “Sosyal demokratların teorik çalışmalarında farklı sınıfların toplumsal ve politik durumlarının incelemesine yönelmeleri gerektiğinden kimsenin kuşkusu yok. Ama bu son derece az yapılmaktadır, üstelik fabrika yaşamının özelliklerinin incelenmesine ayrılmış çalışmalarla kıyaslanamayacak denli az. Komitelerde ya da çevrelerde bir sahadaki demir üretimi konusunda bile uzman derecesinde derinleşmiş insanlarla karşılaşırsınız, ama örgüt üyelerinin (sıklıkla olduğu üzere, pratik çalışmada şu ya da bu nedenle gerek duyarak) toplumsal ve politik yaşamımızın, başka sınıflar içindeki sosyal demokrat çalışmalara ivme kazandıracak nitelikte, güncel bir sorununa ilişkin malzeme toplamakla özel olarak uğraştıklarına bir örnek neredeyse hiç göremezsiniz.”[8]
Örneğin işçilere barışın sağlanmasının zorunluluğunu, genel bir barış güzellemesi üzerinden ya da daha kötüsü, bütçeden savaşa ayrılan payın artışı sebebiyle yaşanan ekonomik sorunların işçilere ve topluma yansıması üzerinden aktaramayacağımızı görmeliyiz. İşçiler ne burjuva aklın güzellemelerine mahkûm ne de toplumsal sorunlarda sadece ekonomik taleplerinin peşinde olacak kadar kördürler. Yeni bir toplumu inşa edebilecek olan tek sınıfa, böyle kısıtlı bir aklı ve duyarlılığı atfetmek ancak ekonomizmin entelektüellerine has bir yaklaşım olacaktır. Ulusal sorundan, kadın haklarına, ana dil sorunundan yaşam alanımızı yok eden çevre katliamları sorununa tümü sınıfsal alanın sorunlarıdır. Ve bu sorunların işyerinin dışında görülmesi, onların işçi sınıfını ilgilendirmediği anlamına gelmez. İşçilere içinde oldukları tüm bu sorun alanlarını ve bu sorunlara yönelik mücadele şekillerini anlatmak için “özel olarak” çalışmalıyız.
“Ekonomik mücadelenin kendisine politik nitelik kazandırma”
Elbette sosyalist yapıların sadece ekonomik ve işyeri odaklı sorunlar ile ilgilenmedikleri söylenebilir. Birçok yapı toplumsal alanın tüm sorunlarına yönelik olarak da politika üretmektedir. Ancak bu, toplumun farklı kesimlerinin yaşadığı haksızlıklar işyeri temelli bir politikaya indirgenerek yapıldığı için trade-unionit bir politika zemininde kalmaktadır. Temel mücadele alanını çalışma yaşamı içinde görmek ve toplumsal tüm sorunları bu mücadelenin dışsal bir unsuruna dönüştürmek hatadır. Mücadele yeni bir çalışma alanı kurmak için değil yeni bir toplumsal yapı kurmak olduğu için, çalışma yaşamının unsurlarını diğer toplumsal sorunlar ile eklektik olarak birleştiren her çaba ekonomizmin içinde kalmaya mecburdur. İşçi sınıfının partisinin görevi çalışma yaşamının içinde başlayan bir mücadeleye, tüm toplumsal alana taşan bir mücadele formu vermeye çalışmaktır. Oysa çalışma alanı içinde kalan bir mücadeleyi, gene bu alana indirgeyerek, “ekonomik mücadelenin kendisine politik nitelik kazandır”dığını düşünme yanılgısını Lenin ‘kendiliğindenliğe tapınma’ olarak yorumlar.
Lenin doğru çerçeveyi şöyle kurar:
“‘Ekonomik mücadelenin kendisine politik nitelik kazandırma’ talebi politik faaliyet alanında kendiliğindenliğe tapınmayı en net biçimde dışa vurur. Ekonomik mücadele, politik niteliği, baştan aşağı kendiliğinden biçimde, yani ‘devrimci virüslerin, yani entelijansiyanın’ müdahalesi olmaksızın, bilinçli sosyal demokratların müdahalesi olmaksızın kazanır. Örneğin İngiltere’de işçilerin ekonomik mücadelesi, sosyalistlerin herhangi bir müdahalesi olmaksızın politik nitelik kazanmıştı. Sosyal demokratların görevi, ekonomik çerçeve içinde politik ajitasyon yapmakla bitmez; onların görevi, bu trade-unionist politikayı sosyal demokrat politik mücadeleye dönüştürmek, işçinin ekonomik mücadelesinden çıkan politik bilinç kıvılcımlarından işçileri sosyal demokrat bilince yükseltmek için yararlanmaktır. Martinovlar ise kendiliğinden biçimde doğmuş politik bilinci yükseltecek, onu daha da ileri götürecek yerde, kendiliğindenlik önünde diz çökmekte, ekonomik mücadelenin işçileri uğradıkları politik haksızlıklar meselesine ‘yönelttiğini’ yinelemekte, hem de insanın burnundan getirinceye kadar yinelemektedirler. Ama ne yazık, baylar, şu kendiliğinden doğan trade-unionist politik bilinciniz sizi bir türlü sosyal demokrat görevlerinizi kavramaya ‘yönelmedi’!”[9]
Lenin işyerindeki mücadele ve kazanım ile politik bir bilince ulaşılamayacağını; politik bilincin, içinde bulunulan toplumdaki baskıya, ayrımcılığa ve yok sayılan kesimlerin sorunlarının sahiplenilmesiyle ulaşılacağını söylemiştir. Kaba, ütopik sosyalistler ise işçilerin işyeri odaklı sorunlar temelindeki mücadele ile politik bir bilinç kazanacağını düşünürler. Toplumdaki sorunlara değinmezler. İşyeri kazanımları ile işçilerin politikleşeceğini, ayrıma ve baskıya uğrayan tüm toplumsal kesimlerin sorunlarına ilgilerinin de ancak bu çalışma yaşamına indirgenmiş düzlem dolayımı ile olacağına inanırlar.
Lenin bu konuda çok açıktır:
“Kesinlikle yanlıştır. Polis baskısı ve çarlığın mezalimlerinin bütün ve her türlü görünümleri de insanları mücadeleye ‘çekmede’ en az diğerleri kadar ‘geniş uygulanabilir’ ve bunların hiçbiri ekonomik mücadeleyle bağlantılı görünümler değildir. Ziraat komiserleri ya da köylülere yönelik fiziksel cezalar, memurların aldığı rüşvetler ya da polisin kentlerdeki ‘sıradan halka’ muameleleri, açlara karşı savaş[10], halkın aydınlanmasına ve bilgiye ulaşmasına yönelik engellemeler, vergi memurlarının baskıları ya da çeşitli inanç topluluklarının kovuşturulmaları, baskıyla askere ya da öğrencilere ve liberal entelijansiyaya yönelik askeri önlemler; neden bütün bunlar ve ekonomik mücadeleyle doğrudan bağı olmayan benzer binlerce baskı örneği, kitleleri politik mücadeleye çekmede daha az “geniş uygulanabilen” araç ya da politik ajitasyon gerekçeleri olsunlar? Tam tersine mesleki mücadele sırasında uğradığı polis baskısı, işçinin( kendisine ya da yakınlarına) yönelik haksızlıkların toplamı içinde, bütün zorbalık ve baskı vakıaları içinde çok küçük bir yer tutar. Öyleyse sosyal demokratların elinin altında hiç de daha az “geniş uygulanabilir” olmayan bir sürü başka araçlar da varken bu araçlardan yalnızca bir tanesini “en geniş uygulanabilen” ilan edip politik ajitasyonun ölçeğini daraltmak neden?”[11]
Bu noktadan sonra, işçi sınıfına, işverenin ve hükümetin karakterinin anlatıldığı düşünülerek Lenin’in eleştirisinden kurtulunamaz. Sınıfa, sermayenin yasalarını ve amaçlarını, işçilerin nasıl sömürüldüğünü, birlikte hareket etmenin zorunluluğunu anlatarak da eleştirinin dışına çıkamayız. Elbette bu söylemleri içeren propagandalar yapılacaktır. Ama işçi sınıfının sosyalist partisi, işçilere, haksızlığı uğrayan tüm toplumsal kesimlerin ve küçük burjuva da dâhil tüm sınıfların durumunu analitik olarak sunmak ve tüm politik çözümlemelerini yapmak yükümlülüğünde olacaktır.
Bu noktada çok önemli bir ayrıma değinmemiz gerekmektedir. Toplumsal her alanda örgütlenmek ile işçi sınıfına tüm toplumsal sorunları aktartmak farklıdır. İlkinde toplumdaki her soruna yönelik ayrı ayrı örgütlenmeler tanımlayarak sonra bunları birleştirme çabasına girilirken; ikincisinde işçi sınıfının örgütlenme alanının doğal içeriği olarak toplumsal tüm sorunlar içerilerek örgütlenir. Birinde ayrı ayrı görünen sorun alanları üzerinden mekanik bir birliktelik tarifi ile örgütlenilirken; diğerinde bir bütün içinde örgütlenme yapılmaktadır. Birincide tek tek tikellerin bileşimi ile bir tümele ulaşılabileceği yanılgısı taşınırken, ikincide tümel, tikeller aracılığıyla kendini gerçekleştirmekte ve her tikel, varlığının anlamını tümelde bulmaktadır. Yeni bir toplumu var etmeye aday olan sınıf mücadelesi, tek bir alana indirgenemez. Ama işyeri temelinde toplumun tüm alanlarına söz söyleyerek kendini gerçekleştirir.
Günümüzde işçi sınıfının etnik, kadın, çevre ve barış gibi sorunlar için mücadele etmesinin, ekonomik kazanımlar için mücadele etmesinden çok daha zor olduğuna dair bir görüş hâkimdir. İşçilerin çalışma yaşamı dışında toplumsal tüm süreçlere ilgisiz olduğunu ima eden bu düşünüşe göre işçilerin ekonomik talepler ile mücadelesi hareket noktası olmalıdır. Oysa bu sorunlar Lenin döneminde olduğu gibi günümüz için de mücadele edilmesi ve ilk elden işçilere anlatılması gereken temel noktalardır.
Ekonomist bir bakış açısına göre ise ancak ekonomik alanda hükümet geri adım atabilir. Fakat yönetenler açısından ekonomik talepleri karışılmak en rahat alandır:
“eğer öyleyse, bu da tuhaf bir yanılsamadır: kırbaç cezası hakkında, pasaportlar, ipotekler hakkında, inanç grupları ya da sansür hakkında ve daha pek çok konu hakkında kanunlarla ödünler koparmak mümkündür ve böyle de olmaktadır. Ekonomik ödünler (ya da sözde ödünler) hükümet açısından hiç kuşkusuz her şeyden daha ucuz ve kazançlıdır, çünkü bununla işçi kitlelerinde güven uyandırabilmeyi umar. Tam da bu yüzden biz sosyal demokratlar, hiçbir suretle ve hiçbir yolla, ekonomik reformları çok değerli gördüğümüz, özellikle önemli bulduğumuz düşüncesine (ya da yanılsamasına) zemin tanımamalıyız.”[12]
“İşçilerin patronlara ve hükümete karşı mücadelesi”
İşçiler tarafından patron ve yönetenlere karşı yapılan her mücadele elbette destelenmelidir. Kazanımlara da sahip çıkılmalıdır. Tekrarlıyoruz sorun işçilerin mücadelesi ve kazanımları ile ilgili değildir. Sorun işçi sınıfının mücadele alanını, çalışma süreçleri olarak belirleyen burjuvazinin çizdiği sınırlara uyup uymama sorunudur. Çünkü bu burjuva belirlemeye tabi olunduğunda, sınıfsal mücadelenin yükselmesine karşı burjuvazinin vereceği ekonomik ödünler yıkıcı olacaktır. Bu yenilgide suç, ekonomik ödünleri kabul edip alandan çekilen sınıfın değil, mücadeleyi burjuva ekonomizmin alanında sınırlı tutan işçi sınıfının partisinin olacaktır.
Lenin güncel tüm talep ve sorunlara önem vererek, işçilerin salt çalışma koşulları temelinde bir politikanın yanlışlığını belirtir. Bu yüzden birçok yapı tarafından teoriyi öne çıkarmakla ve işçilerin eylemliğini dikkate almamakla suçlanmıştır. Lenin işyeri odaklı sorunlar dışında bir politika ve bilincin parti tarafından dışardan işçilere götürülmesi gerektiğini savunmuştur. Toplumdaki farklı olan kesimlerin ve sınıfsal grupların yaşadıkları sorunlar işçilere anlatılmalıydı. Patrona karşı değil de sermayeyi temsil eden devlete karşı mücadele edilmeliydi. Yani işçilerin yapmış olduğu sendikal mücadele sosyalist bir mücadeleye ancak işyeri dışındaki yaşanılanlar işçilere aktarılarak dönüştürülebilirdi.
“Neden Rus işçisi polisin halka karşı kötü muamelesi konusunda, inanç grubuna karşı baskılar, köylülere atılan dayaklar konusunda, rezil sansürler, askerin işkenceleri, en masum kültürel girişimlerin baskılanması konusunda yeterli devrimci eylemlilik göstermemektedir? ‘ekonomik mücadelenin’ onu buna ‘yöneltmiyor’ olmasından ya da ona pek ‘elle tutulur sonuçlar’, ‘pozitif’ bir şey ‘vaat etmiyor’ olmasından mı? Hayır, böyle bir fikir, yineliyoruz, sağlıklı bir zihinle hastalıklı bir zihni birbirine karıştırmaktan, kendi bağnazlığını (Bernstein’cılığını) işçi kitlelerine atfetmekten başka bir şey değildir. Bütün bu felaketlere karşı hala yeterince geniş ölçekte, berrak ve hızlı teşhir seferberlikleri örgütlenememesinde suçu kendimizde, kitle hareketinden geri kalmışlığımızda aramalıyız”[13].
Kapitalizmin yarattığı toplumsal yıkımın sadece ekonomik çerçevesine değil, ‘toplumsal-politik yaşam içindeki bütün görünümlerine’ karşı mücadeleyi örgütlemek, sınıfsal alana sokulmaması gerekenleri sokmak anlamına gelmez. Sınıf mücadelesi salt fabrika içine indirgenemeyeceği gibi kapitalizmin yarattığı hiçbir çelişki de sınıfsal bağlamın dışında değildir. Çünkü toplumdaki her sorun sınıf mücadelesi alanının kendisidir. Bu sorunlara söz söylemek sosyalist politikanın bir sonucu olmayıp, bu politikanın kendi alanına söz söylemesidir. Yani sosyalist bir parti bu alanlara söz söyleyerek bir etkinlikte bulunmuş olmaz. Çünkü bu konuları işçilere anlatmak sosyalist hareketin kendisini var etmesidir. Bu sorunları anlatmak partinin etkinliğinin sonucu değil, parti politikasının -etkinliğinin- kendisidir.
Sonuç
Yaklaşım tarzı konusunda Lenin’in döneminde ekonomizme yönelttiği eleştirilerden ikisine bakmak bize hala yardımcı olmaktadır:
İlk olarak “kendiliğindenliğin bilinci bastırması”dır. Partinin işçi hareketini politik bilince yöneltmesi gerekli iken; sınıfa işyeri temelli sorun ve talepleri dışında var olan toplumsal sorunları taşıyamaması.
İkincisi, işçi hareketine, işçi olmayan hiçbir grubu ve aklı sokmamak. Böyle yapılarak da işçilerin bilincinin sosyalist bir bilince ulaşacağını sanmak. Lenin böyle davranıldığında işçiler arasında, başka hiçbir ideolojinin değil sadece burjuva ideolojisinin egemen olacağını söyler.
Eğer biz ekonomizm ve trade-unionist politika yaptığımızın farkına varır ve bilimsel Marksizm’in yolunda ilk adımı atmaya başlarsak, toplumsal dönüşümü kuşkusuz öne çekebiliriz. Dünya’nın farklı ülkelerinde bambaşka ve ilgisiz gibi gözüken taleplerle başlayan mücadeleleri izlemekteyiz. Nerdeyse birçoğunda örgütlü yapıların etkisi olmamaktadır. Sokak ortalarında öldürülmelerine rağmen insanların son ana kadar mücadele ettiklerini görmekteyiz. Bu kendiliğinden hareketlerde, sosyalist yapıların ekonomizme sapmış söylemlerinin oldukça ötesinde talepler ve mücadele biçimleri görmek şaşırtıcı olmamaktadır. Sınıfın politik öznesi olan yapılar, süreci doğru okuyamazsa bu eylemler her türlü cesaretine rağmen kaybetmeye mahkûmdur. Ama artık kaybedecek alan ve zamanımız kalmamış gibi gözükmektedir.
Son olarak bu süreci tüm berraklığı ile ifade etmiş olan Lenin’in görev tarifi ile bitirelim:
“Bu seferberliği yapabildiğimizde (yapmalıyız ve yapabiliriz) en okumamış işçi bile, öğrenciler üzerinde de çeşitli mezhepler üzerinde de, köylüler ve yazarlar üzerinde de aynı karanlık gücün, yaşamının her anında işçiyi ezen ve baskılayanla aynı gücün baskı ve zulüm uyguladığını anlayacak ya da hissedecektir; bunu hissettiğinde ise karşı konulmaz biçimde buna karşılık vermek isteyecek, bugün sansüre karşı sesini yükseltirken yarın köylülerin isyanını bastırmaya çalışan valinin evinin önünde gösteriler yapacak, ertesi gün engizisyon rolü üstlenmiş jandarmalara iyi bir ders verecektir vb. işçi kitlelerine her yöne seslenen yeni teşhir metinleri ulaştırmak için henüz neredeyse hiçbir şey yapmamış durumdayız. Pek çoğumuz böyle bir zorunluluğu olduğunun bilincinde bile değil, fabrika yaşamının dar ölçeği içinde ‘hâlihazırdaki tekdüze mücadele’ nereye sürüklerse, kendiliğinden biçimde oraya sürükleniyor.”[14] Bu yazı sendika.org tarafından yayınlandı.
Dipnot:
[1] V.I.Lenin, Ne Yapmalı, çev. Barış Zeren, Yazılama Yayınevi, İstanbul,2018.
[2] İşyeri çatısı altında yaşanılan sorunlar çerçevesinde işverene ve hükümete karşı yapılan mücadele.
[3] Dışardan bilinç patron ile olan sorunun sınıfsal olduğunu söylemek değildir. İşyeri dışındaki bütün toplum kesimlerinin etnik, mezhepsel, cinsiyet ve sınıfsal farklardan kaynaklanan bütün toplumsal sorunları işçi sınıfına aktarmaktır.
[4] V.İ. Lenin, Ne Yapmalı, çev. Barış Zeren, Yazılama Yayınevi, İstanbul,2018, s.61.
[5]a.g.y., s.66.
[6] a.g.y., s.65.
[7] a.g.y., s.65.
[8] a.g.y., s.89.
[9] a.g.y., s.80.(77. Dipnot.)
[10] Lenin iskra’nın Ekim 1901’deki sayısında, o yıl Çarlık hükümetinin çıkardığı açlıkla mücadele yönetmeliğini, “açlığa karşı değil, açlara karşı mücadele” olarak nitelemişti. (y.n.)
[11] a.g.y., s.67-68.
[12] a.g.y., s.71-72.
[13] a.g.y., s.78-79.
[14] a.g.y., s.79.
Yorumlar kapatıldı.