İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Emekliler Ve Sendikal Mücadele

Emeklilerin daha iyi bir yaşam talepleri, işçi sınıfının bir parçası olmaya devam ettikleri için, çalışanların sendikal mücadelesi dışında kaldığında bir karşılık üretemeyecektir. Dolayısıyla emeklilerin sendikal mücadelesi, aktif çalışma hayatından bağımsız kurulamaz.  Bunun içindir ki emekli sendikaları, var olan aktif çalışanların sendikaları içinde, sendika bütününden ayrılmayan bir emeklilik kolu şeklinde birleşerek yerini almalıdır. İşçinin emekli olması, onun sınıfını, sendikasını ve mücadelesini değiştirmez.

Toplumun kendini sermaye dolayımıyla üretmeye başladığı günden beri emek-gücünün satışı sermaye temsilcileri ile emek-gücü sahipleri arasında gerçekleşir. Sermaye yoğunlaştıkça sermaye temsilcilerinin, tek tek emek gücü satıcıları ile karşı karşıya gelip iş sözleşmeleri yapmasının yerini, toplumsal gelişmenin zorunlu sonucu olarak, toplu iş sözleşmeleri almıştır. Taraflar bu işlemleri, kendilerini temsil eden heyetler-sendikalar aracılığıyla yürütmektedirler. Bu alışverişin şekli ne olursa olsun para ve meta sahipleri, en azından biçimsel olarak özgür ve bağımsız olarak karşı karşıya gelip, alım satım ilişkisini gerçekleştirirler. Emek gücü sahibi, kendisi için kullanımı olmayan emek gücünü, belirli süre ve koşullar içinde elden çıkarır. Bu çalışma anlaşmasının biçimsel özgürlüğü işçi için iki noktada önemlidir. Birincisi; “kişi olarak kendisiyle kendi emek gücü arasında daima, meta sahibi ile metaı arasındaki gibi bir mülkiyet ilişkisi olmalıdır; ona, kendi malı gözüyle bakması ve öyle davranması gerekir; bunu da yalnızca, onu, her zaman, sadece geçici olarak, belirli bir süre için alıcının emrine vererek, kullanımına bırakarak, yani onu elden çıkarırken mülkiyetinden vazgeçmeyerek yapabilir.”[1]

Dolayısıyla işçi, kendisini değil, yaşamı boyunca[2] üretme kapasitesini sermaye temsilcisine satar. Bu durum kölede, tüm insani varoluşunun devredilmesi şeklindedir. Köle sahibi bu nedenle kölenin varlığını tüm yaşamı boyunca sürdürmesinden sorumludur. Kapitalist sözleşmede ise sadece iş sözleşmesi kapsamında karşılıklı sorumluluk tanımlanmıştır. İş sözleşmesinin biçimsel olarak özgür iki taraf arasında olması bizi ikinci noktaya taşır; işçinin varlığını sürdürebilmesi için yapılan sözleşmenin kapsamı nasıl olmalıdır sorusuna?

            Bu satış sözleşmesinde emek gücü sahibinin alacağı ücret, mücadeleyle değişebilmesi tabi olmakla birlikte en kaba şekliyle, emek gücü sahibinin, eş ve çocuklarının günlük giderleri ve soyunun devamı için üretim giderleri ile emek gücünün satışının mümkün olmadığı dönemlerde, geçimlerini, barınmalarını, sağlık ve bakım giderlerini karşılayacak biçimde olmalıdır. Aksi takdirde işçi hem varlığını sürdüremeyecek hem de gelecek işçi kuşaklarını var edemeyecektir. Yazımızın konusu olan, işçinin yaşlılık, malullük gibi konumlara düştüğü durumlarda varlığını sürdürebilmesinin koşullarının iş sözleşmesi kapsamında olduğunun altını çizerek devam edelim.

            İşçi çalışma dönemdeki ücretlerinin bir kısmını günlük yaşamları için ay sonunda nakit olarak alır. Bir kısmını ise patronu, devletin yasal güvenceye bağladığı koşullara istinaden, bir beyanname düzenleyerek ayrıntılı olarak; o ay için toplam ücretleri üzerinden; Sosyal Sigorta primi[3], Vergiler olarak yasanın belirlediği oranlarda işçinin ücretinden keserek, SSK’na ve Maliye Kurumlarına yatırır. Sigorta primleri, sigortalının sigorta kurumundaki hesabına her ücret döneminde hesap edilerek yatırılır. SSK Kurumu işçi adına topladığı primlerin, kısa vadeli olanları kısa dönem risklerin karşılanmasında; sağlık, bakım, ilaç ücretleri karşılığı hizmet sağlayıcılara ödemek üzere kullanırken, uzun vadeli primleri ise sigortalı, yasada belirlenen koşulları yerine getirdiğinde, sigortalıya aydan aya ödenecek biçimde, Yaşlılık Aylığı, Ölüm Aylığı ve Yetim aylığı biçiminde ödenmek üzere tasarrufunda tutar.

            Tüm bu birikim, işçinin emek-gücünü satarken yaptığı iş sözleşmesi kapsamında alacağı ücrete dairdir. İşçinin sağlık harcamalarından, emeklilik ödemelerine kadar aldığı her değer, işçi tarafından iş sözleşmesi kapsamında çalışırken üretilmiştir. Dolayısıyla birazdan tekrarlayacağımız gibi, işçinin emeklilikte alacağı ödemeler, çalışırken üretildiğinden, emeklilikle ilgili tüm süreçler işçinin aktif çalışma anının konusudur.

            Burjuva toplumu, gelmiş geçmiş bütün toplumların en örgütlü olanıdır. Bir yanda kendi sermayesini büyütmek için en yüksek artı-değeri, en iyi koşullarda, biçimlerde artırmanın ve bunun örgütlenmesinin koşullarını sağlarken, diğer yandan, pazarlarını da örgütlemektedir. Bu sadece pazarın –piyasanın- örgütlenmesi değil, bir ve aynı zamanda, bu örgütlenmeyi sağlayacak kurumların, araçların da kurulması, örgütlenmesi demektir. Yani sermayenin tekil girişimcisinden başlayan, kolektif sermaye sınıfının ekonomik-politik yapısının ve devlet gibi egemenlik araçlarının da örgütlenmesine giden bir yapıdır gördüğümüz. Sermaye, giderek yoğunlaşan örgütlü, toplumsal bir güçtür.

 Sermayenin kişileşmiş burjuva sınıfın temsilciliğine karşıt olan ve uzlaşmaz çelişki taşıyan işçi sınıfının da, karşıtı kadar örgütlü olması, sınıf mücadelesinin zorunluluğudur. Burjuva sınıfın kendi karşıtı olan işçi sınıfı ile mücadelesindeki diyalektik hareket, işçi sınıfının toplumsal bir güç olarak örgütlenmesini zorunlu kılar, kılar ama bu gün ne yazık ki işçi sınıfının önünde duran örgütlerinin zaafı yüzünden, örgütlülüğün sınırlarını belirleyen de burjuva sınıf olmaktadır. İşçi örgütlerinin sararmış çehresi yüzünden bu yapıların, nasıl örgütleneceğini, ne amaçlayacağını, sınırlarını, biçimlerini düzenleyen, takip eden, denetleyen ve egemenliği altında, baskı altında tutan, gene burjuva sınıf olmaktadır. İşçi örgütlülüğünün bu yanlış formları yüzünden, derneklerin, vakıfların, her türden sendikaların, siyasi partilerin her birinin denetimleri, ‘yasal mevzuat’ denen çerçevede, burjuva sınıfın tasarrufunda tutulmaya çalışılmaktadır[4].

Burjuvazi kendi bütünsel örgütlülüğü karşısında, olabildiği kadar parçalı işçi sınıfı örgütlülüğü arzu etmektedir. Dolayısıyla burjuvazi, aktif çalışma yaşamının temel konularından birisi olan ve işçinin iş sözleşmesinin içeriğinde bulunan emeklilik ve emeklilik ödeneğini, ayrı bir başlık olarak oluşturmaya çalışmaktadır. Burjuvazi, emekli ödemelerinin işçinin kendi ürettiği değerin bir parçası olmadığı ve devletçe ona sunulan bir yaşlılık yardımı olduğu vaazını veriyor ki bu konuya bir önceki yazımızda değinmiştik. Aynı eksende burjuvazi, emeklilerin de aktif çalışan işçilerden ayrı olduğu ve aynı çatı altında örgütlenmemesi gerektiği iddiasını da öne sürmekten çekinmemektedir. Burjuvazinin ‘yasal mevzuatı’, işçi emekli olduğunda sendikadaki üyeliğinin sonlanmasını emreder. İşçilerin örgütü, aynı iş kolundan emekli olan işçilerden arındırılır. Burjuvazi, işçi sınıfını, çalışan işçiler ve emekli işçiler olarak bölmek ve bu bölünmenin işçi sınıfının çıkarların ortaklığını gösteren tüm unsurlarını da gizlemek çabasındadır.

Bu nedenle, daha düne kadar sendika kurmaları bile, burjuvazinin ‘yasal mevzuatına’ aykırı olan ve inatçı bir mücadeleyle bu hakkı kazanan emekliler, bu defa, çalışma yaşamının, işçi için tüm yaşam sürecini kapsayan bir bütün olduğunu bilerek, bu örgütlülüklerini işçi sendikalarına dahil etmenin mücadelesi içinde olmalıdır. İşçi sınıfının gücü, üretimden gelir ve örgütlülüğün yaygınlığı ile artar. İşçi sınıfının örgütlü sendikal yapıları dışında kalan bir emekliler sendikası düşünülemez. Emekli olan işçi, örgütlü olduğu sendika üyeliğini sürdürmelidir. Sendika üyesi olmadan emekli olan işçiler, iş kollarının sendikalarına üye olabilmelidir. Bu şekilde, her sendikanın emeklilik kurulu[5] oluşmalı ve mücadelenin, çalışan ve işkolundan emekli olan işçilerin birlikteliğini koşulladığı unutulmamalıdır.

Bu nedenle; “ücretten yapılan sigorta kesintilerinin oranlarının belirlenmesinin, sigorta fonlarının yönetilmesinin ve denetlenmesinin”, “SSK kurumunun primleri nasıl topladığının, nasıl değerlendirdiğinin, nasıl ve nerelere harcadığının, bu harcamaların sigortalıların tazminat, işsizlik, grev-ödeneklerine, Yaşlılık, Ölüm, Yetim aylıklarına nasıl yansıdığının, bu ödeneklerin güncel ekonomik verilerle nasıl örtüştüğünün araştırılması ve gerekli güncellemelerin yapılması” tümüyle toplu iş sözleşmesinin konuları içindedir. Çalışan işçinin tüm sendikal mücadelesi, emekli olduğundaki varoluşunu hem üretir hem kapsar.

İş kolunda verilen sendikal mücadele bir bütün olarak, o iş kolunun aktif çalışanları kadar, o iş kolundan emekli olanları ve yazıda değinmediğimiz ama çok önemli olan o işkolunda çalışmaya hazırlanan teknik lise ve üniversite öğrencilerini de kapsamaktadır. İşçi sınıfı, burjuvazinin aksini söyleyen tüm ‘yasal mevzuatlarına’ karşı bu birliği sağlama mücadelesinden asla vazgeçmemelidir. Tüm yaşam mücadelesini işçi sınıfının bir üyesi olarak geçirmiş işçi emeklileri, bu durumu görebilecek sınıf tecrübesine yeterince sahiptirler.  

Bu yazı https://sendika.org/2023/09/emekliler-ve-sendikal-mucadele-691459/ sitesinde yayınlanmıştır.


[1] Karl Marx, Kapital, 1. Cilt. S.170, Yordam Kitap, 8. Basım, 2015 Çev. Mehmet Selik – Nail Satlıgan

[2] İşçinin emek gücü, meta olarak sürekli üretilmek ve satılmak zorundadır. İşçi üretme kapasitesini yitirdiği (malullük, yaşlılık vb.) durumlardaki geçimini de bu satışın içinde sigorta primleri olarak yer alır.

[3] SSK primleri Kısa ve Uzun vadeli primler olarak ikiye ayrılır. Kısa vadeli primler: Hastalık, Kaza, Meslek hastalığı, Analık, işsizlik primleri olarak; Uzun vadeli primler olarak: Yaşlılık (Emeklilik), Ölüm, Yetim primleri olarak devletin belirlediği oranları içerir.

[4] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/08/20230803-4.pdf

[5] Sendikaların en yetkili kurulu “Genel Kurul”udur Daha sonra “Yönetim Kurulu”, “Denetleme Kurulu”, “Disiplin Kurulu” gelir. Bu kurullara bir de emekli üyelerin kazanımlarını, emeklilik, sağlık, bakım vb konuları takip eden, müdahil olan bir “Emekli Kurulu” yer almalıdır.

Yorumlar kapatıldı.