İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Depremde Kendini Gösteren Devlet

Devlet toplumdaki sınıflar üstü üçüncü bir güç değildir. Bundan dolayı, yaşananlar, burjuva devletinin varoluşunun doğasıdır. Onun için devletin yol açtığı sorunları gidermekten ziyade devletin kendisine yönelik mücadele hedeflenmeli çünkü burada bir organın yanlış fonksiyonuna bakmıyoruz, organın kendisiyle yüz yüzeyiz

6 Şubat 2023 Maraş merkezli deprem sonrası hemen hemen tüm kesimler devletin yetersizliğine değinmiştir. Ve büyük bir dayanışma ile eksiklikler giderilmeye çalışılmıştır. Politik yapıların da depremi bu akılla değerlendirmeleri büyük bir yanılgıdır. Çünkü burjuva devlet, yaşadığımız deprem karşısında çıkarlarını temsil ettiği sermayenin yasalarına uygun hareket etmiştir. Buna karşılık toplumsal güçlerin yani kapitalizmin egemen olduğu bir toplumda burjuvaziye karşı mücadele eden sosyalist örgütlerin üzerlerine düşen rolü göremediklerini söylemeliyiz.

Deprem enkazının gösterdikleri: sağlam olmayan zemin üzerine inşa edilen dirençsiz binalar, buna sebep olanların ihmalkârlığı, duyarsızlığı, bilgisizliği, görmezden gelmeleri, göz göre göre uyarıları dikkate almamaları; deprem sonrasında yaşanılan koordinasyonsuzluk, hızlı hareket edememek, temel ihtiyaçların karşılanamaması gibi çoğaltılabilecek olaylar zinciri.

Peki, bu görünenler dışında, temelde görmek zorunda olduğumuz şey nedir? Biz enkazda esas olarak kapitalist üretim tarzının yasalarının burjuva devlette temsil edilmesinin şeklini görmüş olduk. Enkaz bize burjuva devletini gösterdi. Ya da burjuva devlet kendini enkazda ‘biçim’ olarak gösterdi. Burjuva devletin gerçekliğinin şekli, önümüzde büyük bir yıkım olarak durmaktadır. Gördüğümüz her şeyi, kendini gösteren kapitalist devletin varoluş mekanizmaları olarak anlamalıyız.

Nasıl ki üretim araçlarına baktığımızda, bu araçların içinde bulunduğu toplumun üretim şeklini görüyorsak, yani alet ve makine fiziksel üretim mekanizmalarıyken, kapitalizmin onları sermaye haline getirmesini görüyorsak; nasıl ki herhangi bir metalin, kâğıdın, metal ve kâğıt olmakla taşıdıkları kullanım değerleri dışında, içinde bulunduğu toplumdaki para rolünü ifade ettiğini görüyorsak; önümüzdeki enkazlara da böyle bakmalıyız. Enkazda, enkazın dışında, ona sebep olanın kendisini görmeliyiz. Aynı zamanda, görünen ile özü eklektik bir birleştirme ile anlamamalıyız ki mücadele hattını da ona göre planlayalım.

Kaba bir şekilde makine ve para rolünü üstlenen nesneye bakıp onun fiziksel özellikleri üzerinden çıkarım yapmak, mekanik bir yorumlama olacaktır. Diğer yandan, nesnede görünmeyen özelliklerde, akılsal ve ilişkisel nedenler aramak da gerçekliği somutluğundan koparacaktır ki söylediğimiz gibi enkazın, sermayenin hareket yasalarının

görünümü olarak önümüzde olduğu unutulmamalıdır. Burjuva toplumda bize görünen her şey sermayenin yasalarının yani belirli bir üretim tarzının görünen biçimleridir. Kapitalizm içinde makineler ve paranın, akılsal veya nesnede olmayan bir şeyleri temsil etmemeleri gibi, enkazın da temsil ettikleri şeyi ve oluşma sebeplerini başka yerde aramamalıyız.

Devletin özü-biçimi

Marx’tan aktaran Lenin’e başvuralım:

“19. Yüzyılda, ortaçağdan müdevver -merkezi devlet iktidarı, her yerde hazır ve nazır örgütleri olan, sürekli ordu, polis, bürokrasi, din adamları ve idari, politik ve adli yüksek görevli takımıyla birlikte- gelişti. Sermaye ile emek arasındaki sınıf karşıtlığının gelişmesi nedeniyle, devlet iktidarı gittikçe artan bir biçimde toplumsal kölelik amacıyla örgütlenmiş bir kamu gücü, bir sınıf egemenliği aygıtı karakterini alıyordu. Sınıf mücadelesinde bir ilerlemeyi gösteren her ihtilalden sonra, devlet gücünün baskı altında tutucu karakteri, gitgide daha açık bir biçimde ortaya çıkıyordu. 1848-1849 ihtilalinden sonra, devlet gücü -sermayenin emeğe karşı milli savaş aleti- haline gelir.”

Bu anlamda enkaza sebep olan her birey, kurum ve devlette sınıf egemenliğinin biçimini görüyoruz. Kapitalist devlet aygıtı, içinde bulunulan toplumu temsil eder. İşte burada içinde bulunduğumuz bu yapının devlet aygıtına, sosyalist yapıların yaklaşımının handikapı göze çarpmaktadır.

Devletin bir sınıfın egemenliğinde baskı aygıtı olarak tanımlanması ezberimizdedir. Ama bu tanımlamayı anlamak ve bu aygıt ile mücadele etmekte, sosyalistlerin, depremde de gördüğümüz gibi eksikleri mevcuttur. Mücadele, insani refleksle sıkıntıları gidermek yerine, sorunlara sebep olan baskı aygıtı devlete yönelik olmalıdır.

Burjuva devletinin neden olduğu tüm sorunlarda olduğu gibi depremin ortaya çıkardığı yıkım da, beceriksizlik vb. dolayısıyla olmamıştır. Kendisini çıplak olarak gösteren bu devletin kendisidir. Özü, egemen sınıfın baskı aygıtı olan devletin, -herhangi bir sorunda kendisini görmemiz gerektiği gibi- şimdide deprem yıkımı ve yardım zafiyeti biçiminde görünmesidir. Ama burada devletin aldığı farklı yönetim biçimlerinden bahsetmiyoruz. Devletin özünün görünmesine odaklanıyoruz.

Depremin, alınmayan önlemler, liyakatsiz yöneticiler ve sonrasında organize olamayan kurumlar sebebiyle acıya ve kayba sebep olması ve daha şimdiden ortaya çıkan ve artarak süreceği görülen deprem bölgesi ve dışı olağanüstü sorunlar, burjuvazinin öngörememesinden kaynaklanmamaktadır. Depremde gördüğümüz, devletin enkazın altında kaldığı değildir. Kapitalist devlet, burjuva sınıfın aygıtı olarak, enkazın yaratılmasının aracı olmuştur. Deprem bize burjuva devletin biçimini göstermiştir.

Sosyalist yapılar bunu bilip ve buna göre teorik, örgütsel, politik bir hazırlık içinde olmalıyken; şimdilik enkazda yaşanılan sorunları giderme çabası ile salt yardımlaşma zeminine ağırlık vermişlerdir. Bu eylemlilik, burjuvazi ile savaşım konusunda teorik yetersizliği barındırmaktadır. Oysa bu dayanışmayı bile yaparken, burjuva devlet ile savaşımda taraf olan öznenin, üzerine gerçek anlamda düşün görev ve rolü üstlenmesi beklenir. Yani yapılan her etkinliğe ‘sınıf savaşımına doğru yol alıyoruz’ şeklinde bakmayıp, sınıf mücadelesi zemininde olduğumuz ve hangi sebep olursa olsun bunun içinde olarak üzerimize düşen hareketleri yapmamız gerektiği unutmamalıdır.

Bu da öncelikle deprem bölgesinde yaşanan sorunları gidermeye yönelik bir çabadan ziyade, yaşanan soruna sebep olan sistemi teşhir edecek her türlü yolu kullanan bir sınıf mücadelesi zemininde kurgulanmalıdır. Burada tekil olayı yok sayıp, sistemi dönüştürmek önemlidir gibi bir şey söylediğimiz düşünülmemeli. Yani yaşanan her sorunu sistem değişmeli sloganına çekmeyi önermiyoruz. Yeni topluma geçiş için, yaşanan her sorun

üzerinden örgütlenip ve her anda da sorunun, içinde var olunan sisteme bağlı olduğunu bilerek hareket etmeliyiz diyoruz.

Devlet nerede?

Halk, devlet nerede sesiyle tepkisini göstermiştir. Bu iki kelimede, toplumun çelişkilerinin ifadesini görmeliyiz. Bunun karşısında burjuvazinin tüm güçleri de üzerine düşeni, zor gücünü kullanarak yapmıştır. Kapitalizmin yol açtığı tüm toplumsal kriz anlarında olduğu gibi, bu enkaz yığını içinde de, halk ve devletin sınıfsal davrandıklarını söyleyebiliriz. Sınıf çelişkisi kendini o kadar net göstermiştir ki ‘devlet nerede’ diyen halka, baskı aygıtı olan devlet, kendini zor gücüyle göstermiştir. İnsanların enkazdan çıkartılmaması, temel ihtiyaçların giderilmemesi, ileriye dönük yaşama yönelik planlar konusunda güven verilmemesi, kendi kurumları dışında müdahaleyi önleme çabaları, deprem bölgesinde yaşananların duyurulmaması süreçlerinde, aslında her zaman hak mücadeleleri, krizler ve her büyük facia sonrasında gördüğümüz, sermayenin aklının güvenliğini sağlayan silahlı özel gücü ile devleti görmekteyiz. Toplumdaki uzlaşmaz sınıf ilişkilerinden ortaya çıkan ve çıktığı anda da burjuvazinin zor aygıtı olan devlet,  özü egemen sınıfın çıkarlarını ifade eden yasalarıyla karşımızdadır.

Buna karşılık devlet nerede diyenlerin öznesi olan yapılar şimdilik bu -nesnelliğin öznesi olamamakla- kendiliğinden bilinci yükseltebilecek bir konumda değildirler. Devletin yapamadığını acizlik olarak görerek ortaya çıkan sıkıntıları gidermeye çabalamaktadırlar. Devletin yapamadığını biz yaparız koşturmacasıyla asıl yapmaları gerekenleri yapmamakta ve almaları gereken sorumluluğu da üstlenmemektedirler. Elbette deprem bölgesindeki halkın yanında olmalıyız ama hedefimiz sınıf mücadelesine yönelik olmalı. Burjuva devleti teşhir etmeyen ve onu zora sokmayan adımlar atmamalıyız. Varlığımız bile onları zora sokarken bunu sönümlendirecek adımları bugünden atmaktan kaçınmalıyız. Deprem bölgesi dışından örgütlenen yardımların yanında, daha ilk günden itibaren, depremde kendini gösteren devletin özünün teşhirine yönelik adımlar planlanıp örgütlenmeliydi. Depremin ortaya çıkardığı sorunlar üzerinden burjuva düzene yönelik eylemlerde bulunulmalıydı. Örneğin, güvenli barınmanın kapitalizmde neden sağlanamayacağı üzerinden mücadele planlanabilir ve devletin bu talebi karşılayamayacağını bilerek bu teşhir edilebilirdi. Ne talepleri görmezden gelmeliyiz ne de sermayenin yasaları gereği var olan devleti yok saymalıyız.

Devlet nerede diyen halkın karşısına, bürokrasisi ve zor gücüyle çıkan bir yapıya karşı, teoriyle donanmış politik bir örgütlenmeyi sağlayarak halkı öndersiz bırakmamalıyız. Ancak Lenin’in de dediği gibi partilerin de kriz anlarında fenersiz kalmaması gerekir. Çünkü halkın sözünün, sadece yardıma gelemeyen devleti ifade etmediğini görebilmeliyiz.

Devlet toplumdaki sınıflar üstü üçüncü bir güç değildir. Bundan dolayı, yaşananlar, burjuva devletinin varoluşunun doğasıdır. Onun için devletin yol açtığı sorunları gidermekten ziyade devletin kendisine yönelik mücadele hedeflenmeli çünkü burada bir organın yanlış fonksiyonuna bakmıyoruz, organın kendisiyle yüz yüzeyiz.

Nasıl ki bir kapitalist devletin içine düştüğü savaş ve ekonomik krizlerde, sınıf savaşımına yönelik politika üretmeliysek, depremde de bunu yapmalıyız. Burjuvazinin sebep olduğu savaş zamanlarında cephede de olmalıyız ama cephane götürmek için değil burjuvazinin savaşını teşhir etmek için. Kapitalist üretim tarzının sebep olduğu ekonomik ve toplumsal kriz anlarında, fabrika ve sokaklarda oluruz ama işin devamını sağlamak, evsiz, işsiz kalan insanlara yardım için değil, toplumu değiştirmek için mücadele ederiz. Depremde yaşanana da bu mantıkla bakmalıyız. Elbette burjuvazinin bize yaşattığı her sorunun kendine özel eylemlikleri olacaktır. Ama sorunlara yaklaşım tarzı ortaktır. Gerçeklik,

nesnel olan ile öznel olanın çakışmasıdır. Nesnel olarak aşılması gerektiğini gösteren bir toplumsal yapı için, öznenin üzerine düşeni yapmasının gerektiği zamanlardayız. Görünen o ki kitlelerin hareketini, öznenin, biriktirme sorumluluğunun gereğini yerine getiremediği günlerin içinden geçiyoruz. Fakat çelişkinin yeni topluma geçiş için çok kuvvetli olduğu bu günlerde, sosyalist yapıların savaş alanına girerken ana metinler üzerinden bir tartışmaya girmeleri, süreci bizden yana döndürebilecektir. Bu yazı sendika.org sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar kapatıldı.