İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Anti-Marksist Devrimcilik’  ve Bilimsel Marksizme Çağrı

Haluk Gerger, Anti-Marksist Devrimcilik kitabına “iddiam odur ki, Marx ve Engels’in zamanında çok mücadele ettikleri ve yenilgiye uğrattıkları bu zihniyet daha sonraları Marksist hareket içine sızmış, bazı dönemlerde ve yerlerde hegemonik bir konum dahi elde edebilmiştir. Temel tezim ise, kendisine karşı yabancı öğelerden arındırıldıktan sonra Marksizmin devrimci dinamiklerinin sağlıklı temellerle yeniden harekete geçirilebilmesinin yolu, bu zihniyet ile hesaplaşmaktan geçmektedir[1] diyerek başlar. Marksizmin yenilgiye uğrattığı ve sonra Marksizme sızan zihniyet ile kast edilen, Marksizm öncesi komünist düşünce yani ütopik sosyalist düşüncedir.

 Gerger kitabında, tarihsel perspektifi içinde ütopik sosyalistler ile bilimsel sosyalistlerin çatışmalarını çözümlemektedir. Marx ve Engels’in mücadeleyi taşıdıkları bilimsel zeminin, ütopik sosyalistlerce kabul görmediğinden ve bu bilimsel zemine karşı eski ütopik düşünceler içinden bir mücadele yürütüldüğünden bahsetmektedir. Üstelik ütopik sosyalistlerin, yürüttükleri bu teorik mücadeleden de uzun erimde galip çıktıkları ifade edilmektedir. Ütopik sosyalistlerin bu galibiyetinin sonuçlarını, dünya genelinde gerçekleşen sosyalist devrimlerin, bilimsel sosyalizm kuramı dışında oluşturdukları uygulamalarını örnekleri ile aktararak da göstermeye çalışmaktadır.

Gerger bize, geçmişin büyük bölümünde ve şimdi Marksizmin, ütopik sosyalist bir akıl ile anlaşıldığını, bilimsel sosyalizmin ise gerçek anlamda hemen hiç anlaşılamadığını söyler. Marksizmin geçmiş yenilgilerinin ve günümüz sıkışmışlığının kaynağını, bilimsel Marksizmi anlamamış olmamıza bağlar. Gerger’in bu iddiası bizce hem çok doğru hem de çok ön açıcı bir iddiadır. Gerger, iddiasının doğruluğunu, ütopik sosyalistlerin söylemlerinden başlayıp, sosyalizm deneylerinden örneklerle sürdürdüğü kitabında çok iyi ortaya koymaktadır. Bizim asıl önemli bulduğumuz nokta ise kitabın ön açıcı niteliğidir. Geçmiş sosyalist deneyimlerin değerlendirmesinde ve güncel sosyalist mücadelenin şekillenmesinde, Gerger’in kitabının bir tartışma zemini oluşturması çok yararlı olacaktır.

Gerger’in bize sağladığını düşündüğümüz bu zemin, Marksist geçmiş deneyimlerin başarısızlığının ve günümüz Marksist hareketinin atıllığının sebeplerini ararken, işçi sınıfına yönelik bilinçsizlik ya da hakim ideolojinin esiri olmak gibi suçlamalardan önce, sınıfa yönelen yapıların Marksist kuramlarının bilimsel olup olmadığının sorgulanmasını öne çıkarmaktadır. Komünistliklerinden hiç şüphe duymayan politik yapıların, üzerinde yükseldikleri kuramlarını, bilimsel sosyalist mi, ütopik sosyalist mi olduğu temelinde sorgulamaları oldukça önemlidir. Gerger’in kitabında örneklediği ütopik sosyalistlerin söylem ve kavramsallaştırmalarının, geçmiş ve günümüz sosyalist mücadelesi ile çarpıcı benzerlikleri, ütopik sosyalist-bilimsel sosyalist kuramlar arasındaki niteliksel farkı tartışmanın ve belirginleştirmenin önemini yeterince görünür kılmaktadır.

Bu makale çerçevesinde, ekonomi politik bir kategori olarak ‘değer biçimi’nin, kısa çözümlemesi içinde, nesnelliği ve tarihselliğine değinip, sonunda da Gerger’in kitabındaki sosyalist değer(Stalin’in değeri) ve para(Pol Pot’un trampası) örneklerine eklenebilecek sorular üretmeye çalışacağız. 

Bilimsel sosyalizmi anlamanın yolu

Marx’ın bilimsel sosyalizmi ortaya koymasından sonra, üstelik elli yıl sonra, bu bilimsel sosyalizmi kimsenin anlamadığını iddia eden bir kişi olmuştu: Lenin. Felsefe Defterleri’nde şöyle söyler Lenin; “Hegel’in Mantık’ının tümü iyice incelenmeksizin ve anlaşılmaksızın, Marx’ın ‘Kapital’ini ve özellikle de ‘Kapital’in bölüm 1’ini bütünüyle anlamak olanaksızdır. Şu halde hiçbir Marksist, ondan ½ yüzyıl sonra bile, Marx’ı anlamış değildir”.[2] Lenin bu saptamasını, kendi Hegel çalışmaları üzerine ifade eder. Lenin ‘tümü’ kelimesini vurgulamış ki kestirme Hegel çıkarımlarıyla, karikatür Hegel ezberleri ile yetinivermeyelim. Kapital kitabının birinci kısmının da, meta üreten bir sistemde, ekonomi politik bir kategori olarak ‘değer’in ve ‘para’nın açıklanmasını içerdiğini hatırlatalım.

Oysa ilk bakışta, Kapital’in birinci kısmında, anlaşılmayı zorlaştıracak pek bir şey yok gibi gözükür. Sürekli bir ‘değer biçimi’nden bahis vardır. Aslında değişim değeri, ‘değer biçimi’ olarak nitelenmektedir ki ‘biçim’ kelimesine takılmazsanız hiçbir sorun yok gibidir. Ancak, 2013 yılında kaybettiğimiz Nail Satlıgan bu konuda “Ekonomi politik eleştirisini varlığıyla, klasik emek-değer teorilerini ise yokluğuyla ayırtkanlaştıran bu bilgi alanına ‘değer biçimi (wertform) tahlili’ diyoruz” [3] dediğinde ‘biçim’ saptamasının üzerinden atlamamamız gerektiği konusunda bir uyarı sunmuştu. Bu geçmiş uyarı, klasik emek değer teorisinin, ütopik sosyalistlerin düşünsel temelini oluşturduğunu ve büyük oranda Ricardo’ya yaslandığını hatırladığımızda daha da önemli hale gelir. Marx “Klasik ekonomi politiğin başlıca eksiklerinden biri, metanın ve daha özel olarak da, metanın değerinin analizinden, değeri mübadele değeri haline sokan değer biçimini bulmayı hiçbir zaman başaramamış olmasıdır”[4](vurgu bizim) diyerek bu önemli ayrımı belirginleştirir. Yani Marx’ı, en üst noktasına Ricardo’da ulaşan klasik ekonomi politik kuramdan ayıran, emek değer teorisi üzerine oturttuğu ‘değer biçimi’ çözümlemesidir.

Kapital’in önsözünde Marx, Kugelman’ın “değer biçiminin tamamlayıcı, daha didaktik bir açıklamasının okuyucuların çoğu için gerekli olduğuna”[5] kendisini ikna ettiğinden bahseder. Birinci basıma önsözde “değer biçimi üzerine olan kesimleri saymazsak, bu kitabın zor anlaşılmasından yakınılamaz”[6] derken de ‘biçim’in sadece bir kelime olmadığını, ekonomi politiğin anlaşılması için çok gerekli bir kavram olduğu görülür.

 Ekonomi politik bir kategori olarak ‘değer biçimi’ni anlamamızın yolunu Satlıgan da, Lenin’e benzer bir öneriyle açıklamıştı; “Birtakım ‘Ortodoks’ Marksistler daima tersini ileri sürseler de Kapital hem tamamlanmamış hem de okunması alabildiğine zor bir metindir. Muhakeme, Hegel diyalektiğine özgü felsefi giriftliklerle örülüdür ve bu tür bir gidimli düşünceye alışık olmayanların henüz (ve özellikle) 1. Ciltte yollarını kaybetmeleri işten değildir”.[7] Karşımıza gene Hegel düşüncesi ve kavramları çıkmaktadır. Hegel’in kuramsal yüksekliğine çıkılmadığında, Marx’ın daha yüksek olan düzeyine erişilme şansının olmadığı açıkça ifade edilmektedir. Bilimsel sosyalizmi anlamamız için, ekonomi politiğin kavram ve kategorilerini, bilinç biçimleri olarak çözümleyebilmemiz gerekmektedir ki bu da Hegel’den Marx’a ‘bilinç biçimleri’ni takip edebilmekle mümkündür. Üstelik bu biçimlerin bir de nesnel belirlenimler olduklarını, toplumsal genellemeler nesneldir demenin kolaycı yanlışına sığınmadan açıklayabilmemiz gerekecektir.  

Biçimin nesnelliği

Marx Kapital’de, bilimsel sosyalizminin ekonomi politik bir kategorisi, kavramı olan ‘biçim’i uzunca anlattığı bir bölümden sonra şöyle devam eder; “burjuva iktisadının kategorilerini işte bu türden biçimler oluşturur. Bunlar, tarihsel olarak belirlenmiş olan bu toplumsal üretim tarzı, yani meta üretimi için, toplumsal olarak geçerli, dolayısıyla nesnel düşünce biçimleridir. Bundan dolayı, diğer üretim biçimlerine geçtiğimiz anda, metalar dünyasının bütün mistisizmi, meta üretimi temelinde emek ürünlerinin etrafında bir sis tabakası yaratan bütün büyü ve esrar ortadan kalkar”(vurgular bizim).[8] Bu noktada Marx, biçim çözümlemesine bir şey daha eklenmektedir ki o da bilincin biçimleri olan kavram ve kategorilerin nesnel olduklarıdır. Bu nesnellik sıradan bir şekilde ilan edilip geçilen bir nosyon değildir. Ütopik sosyalist bir düşünce çerçevesinde, kavram ve kategoriler, insan aklına ait olmaları nedeniyle, insan aklının dışında olan nesnellik ile ifade edilemezler. İnsan aklının dışındaki nesnelliğe uygun yansımalar oldukları, uygunlukları bu çerçevede gösterilemeyip sadece ilan edilmek zorunda kalınsa bile, elbette söylenebilir ancak nesnel oldukları iddia edilemez. Ütopik sosyalistlerin kavram ve kategorileri, dış dünyanın uygun yansımaları olarak akla ait öznel yapılardır. Bu düşünce, bugün hepimizin eğitimini oluşturan pozitivizmin de iddiasıdır aynı zamanda.

Marx’ın bilimsel sosyalizminin çözümlemelerini anlayabilmek için hem ‘değer biçimi’ kategorisini anlamamız hem de bir kategori olmasına rağmen ‘değer biçimi’nin nesnel olduğunu görmemiz gerekmektedir. Ekonomi politiğin kategorilerini ‘gayri maddi bir nesnellik’ olarak ifade edebilmek gerekmektedir ki bu noktada Hegel’den yol almazsak, maddi olmayan bir gerçeklik aramakla, en derin idealizmin içine düşülebilirken, idealizme düşmemek için böyle bir nesnelliğin olmadığı savıyla da tam bir mekanik materyalizmin kaba yansıma teorisine savrulmak mümkün hale gelmektedir.  

Değer biçiminin nesnelliğini sağlayan zeminin ‘tarihsel olarak belirlenmiş olan bu toplumsal üretim tarzı’ olduğunu da aynı alıntıda görürüz. Bir etkinlik şeklinin, bilincin kategorilerini nasıl belirlediğini Hegel’den takip ederek Marx’a kadar taşıdıysak, bu saptama hiç şaşırtıcı gelmez. İnsanın etkinlik şeklinin, etkinliğin nesnelerinde ‘bilincin biçimleri’ olarak bir tür ‘izlerini’ bıraktıkları ve bu belirlenimlerin de insanda, algının ve düşüncenin kategorilerini oluşturduğunu, (mutlak bilinç yadsınması ekseninde bilinci önceleyen bir tersten ilişki içinde de olsa) bir yere kadar söyleyen Hegel’dir. Bu takibi yapabildiysek, düşünceyi ve onun kavram ve kategorilerini, toplumun ve üretim şeklinin etkilediği, değiştirdiği ve dönüştürdüğü gibi doğru olmayan, eklektik bağlar kurmayız. Onun yerine bilincin kavram ve kategorilerini, dolayısıyla bilinci, bir toplumun kendini üretme şeklinin belirlediğini, oluşturduğunu görebiliriz. Bu dışsal bir etkileme değildir. İnsan bilinci, toplumsal olarak ve üretim şekliyle oluşmaktadır. Bu bağlamda anlaşıldığında düşünce biçimleri nesnel olabilirler. Aksi takdirde, toplumsal olarak etkilenmiş ve değiştirilmiş olan ‘öznel’ düşünce biçimleri olmaktan kurtulamazlar.  

Biçimin nesnelliğinin tarihselliği

Gene bu bağlamda nesnel düşünce biçimleri, Marx alıntımızda belirtildiği şekilde ‘diğer üretim biçimlerine geçtiğimiz anda’ değişirler. Bu değişim, insan aklının iradi müdahalelerine tabi değildir. Yeni bir üretim biçimi, bambaşka kavram ve kategorilerin, tüm nesnellikleri ile insan bilincinde yer bulduğu bir aşamayı ifade edecektir. Buradan şu çıkarımı yapabiliriz; bilincin kategorilerini ve bizim tartışma özelimizde ekonomi politiğin tüm kategorilerini, insan toplumunun seçmesi, kabul etmesi ya da reddetmesi gibi bir lüksü hiç oluşmamaktadır. İnsan toplumunun kendini üretme ve yeniden üretme şekli, ekonomi politiğin kategorilerini nesnel olarak belirler. Örneğin, ekonomi politik bir kategori olarak parayı, kapitalizm içinde yok etmeyi istemeniz, hiçbir şey ifade etmez. Bu denemeyi yapmış olan Owen için Marx şu saptamayı yapmıştır; “Owen’ın ‘emek para’sı, bir tiyatro bileti ne kadar para ise o kadar paradır”.[9]

Ekonomi politiğin nesnel bir kategorisi olarak değerin ve onun para biçiminin, kapitalizm içinde kalarak yok edilmesi düşünülemez. Ancak bu doğru saptamanın tersi de doğrudur yani, kapitalizm dışında bir sistem içinde ekonomi politiğin kategorileri olarak değişim değeri biçimini ve onun para biçimini isteseniz de gerçek anlamda var edemezsiniz. İlk söylediğimiz için bir şüphe uyanmaz ama ikinci söylenen için birçok tersi argüman öne sürülebilir. Örneğin, kapitalizm olmadan da değişimler değer ile yapılıyordu, hatta bu değişimlerde para kullanılıyordu, dolayısıyla değişim değeri biçimi ve para biçimi vardı ancak yaygın değildi gibi bir söylem ileri sürülebilir.

Aslında, paranın, meta üretiminin, değişim değerinin tarih boyunca hep bir gerçeklik olarak var olduğu, somut olduğu ve kapitalist toplum kurulunca, var olan bu kategorilerin sadece yaygınlaştığı yönlü söylem kapitalistlerin amentüsüdür. Tarih boyu olan ve kapitalizm içinde de tüm toplumu belirleyecek yaygınlığa ulaşan, bu şekliyle de ezel-ebet olduğunu ispat eden kapitalist kategorilerin varlığı, kapitalizmin de ezel-ebet varlığının ispatı olarak sunulur. Bu düşünce ile uyuşmaz bir şekilde Marx Kapital’de, Aristoteles’in beş yatak ile bir evin değişiminden doğan süreci bir noktaya kadar takip edebildiğinden ancak değişim değerini göremediğinden bahseder. Aristoteles görememektedir çünkü tüm dehasına rağmen ‘somut’ olmayan şeyler, insan tarafından görülemezler.

Metafizik bir sağduyu için, Aristoteles’in gözlerinin önünde gerçekleşmiş bir tikel edimden, basit bir soyutlama ile nasıl genele geçemediği anlaşılamaz olacaktır. Bu noktada da Hegel’in genelin(evrenselin) somutluğu çözümlemesi ön açıcıdır. Hegel için ve Marx için de elbette, genel olana, tikellerin belli belirlenimlerinin soyutlaması üzerinden, insan bilinci içinde oluşturulan bir süreçle ulaşılamaz. Gerçek olan her şey tikel ile genelin tasımsal birliği içinde gerçektir. Tekil-tikel-tümel birliğinin ifadesi Hegelyen bir tasımdan başka bir şey değildir. Tasımın tek bir bileşeni, insanın düşünsel düzlemi için, bir tür ‘gerçeklik’, bir tür ‘somutluk’ olarak var olamaz. Elbette Hegel ve Marx’ın ayrımı olarak, Hegel için gerçeklik, tasımsal şemaya uyarken, Marx için ise tasım, var olan gerçekliğin içinde ifade edildiği şekildir. O zaman Aristoteles’in anlayamadığı ama önünde gerçekleşen şeyin ne olduğu sorusunu bu eksende çözümleyebiliriz.

Bu noktada İlyenkov’dan uzun bir alıntıdan yardım alalım. Alıntıda ‘genel’ kelimesinin, tasımın ‘tümel’ini, ‘evrensel’i ifade etiğini unutmadan okuyalım, aksi takdirde, tek tek olmaktan ‘genel’leşmeye doğru evrilen bir durum olarak okumak, bizi klasik kapitalist söylencenin içine sürükleyecektir: “İktisadi ilişkilerin (piyasa ilişkilerinin) gerçek tarihi Marx lehine tanıklık etmiş, değerin genel biçiminin hiçbir koşulda daima üretimin örgütlenmesinin genel biçimi olmadığını göstermiştir. Değer genel olmuştur, fakat belirli bir noktaya kadar (ve uzunca bir süre), üretimde insanlar ve şeyler arasında zaman zaman meydana gelen özel bir ilişki olarak kalmıştır. Yalnızca kapitalizm değeri (ürünün meta biçimini) üretimin bileşenleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin genel biçimine dönüştürmüştür. Tekil ve rastlantı olanın genel olana bu dönüşümü tarihte hiç de ender karşılaşılan bir durum değildir; hatta bu daha ziyade kuraldır. Tarihte her zaman sonradan genel olan fenomenler, daha önce kurallar karşısındaki tekil istisnalar, anomaliler, özel ve tam olmayan şeyler olarak ortaya çıkmışlardır”.[10] Eğer böyle olmasaydı Aristoteles gibi bir deha, önündeki tekil fenomenlerden hızlıca soyut evrensele yükselebilir ve tüm gerçekliği kapitalizmden yüz yıllar önce görebilirdi. Ancak evrenseller, salt akla ait soyut belirlenimler olmadığından, kapitalizmin, değer biçimini somut evrensele, bir tür ‘dönüştürme’sini beklemek gerekmiştir.

‘Tarihsel ve nesnel değer biçimi’ ile kitaba dönersek

Dolayısıyla kapitalizm içindeki varlıklarıyla nesnel ekonomi politik kategoriler olan ‘değer biçimi’, ‘para biçimi’ kategorileri, kapitalizm öncesinde ve sonrasında, insanların istek ve iradeleri doğrultusunda, gerçeklik ve somutluk içinde var edilemezler. Aynı şekilde bu kategoriler kapitalist sistemin içindeyken, insanların istek ve iradeleri ile yok edilemezler. Kategoriler Marx’ın belirttiği gibi ‘toplumsal olarak geçerli nesnel düşünce biçimleridir’. Tercihler ile yok edilmeleri veya izin verilmesi ile varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir.

Haluk Gerger, kitabının ‘Uygulamada Ham Komünizm’ bölümünde, geçmiş sosyalizm deneyimlerinin, gerçek bir deneyim olarak bize hizmet edebileceği tartışma zeminini oluşturur. Çokça şahit olduğumuz, tarihsel öznelerin öznel değerlendirmeleri üzerinden ya da taktiksel hatalar ve teknik teknolojik geriliklere hapsolmuş olarak kurgulanan eleştiriler yerine, Gerger bize ilkesel bir değerlendirmenin şartlarını sunar. Marksizmin bilimsel yapılanmasının oluşturulup oluşturulamadığı, daha doğrusu uygulamalarda, Marksist bilimselliğin, kavranılıp kavranılamadığı üzerinden yürüyen bir eleştiri sürecinin önerisidir bu.

Stalin’in değer yasasının sosyalizmde işlediğini ilan etmesinden, Pol Pot’un parayı yok etmek için Merkez Bankasını bombalarla havaya uçurma gereği duymasına kadar birçok tartışma noktasına çok doğru bir eksende değinir Gerger. Bunları cevaplamamız gereken şeyler olarak karşımıza koyar. Değer yasası sosyalizmde işler dersek, biz dediğimiz için işler mi? Değer yasası, ekonomi politik bir kategori, bir yasa olarak, insanın keyfi düşüncelerinden bağımsız bir nesnellik değil midir? Aynı şekilde ekonomi politik bir kategori olarak para biçimini düşünürsek, Owen’ın kapitalizm içinde bastığı emek kuponları, nasıl parayı yok edemiyorsa, kapitalizm dışında, dağılımı düzenlemek için oluşturulan kuponlar olarak para, kapitalist para haline gelebilir mi, bu mümkün müdür? Sosyalizm de parayı bombalar ile fiziksel olarak yok etmek ve trampaya dönmek mi gerekmektedir? Her gördüğümüz sakallıyı dedemiz sanmamamız gerektiğini bildiğimiz kadar, dedemizi seçme özgürlüğü içinde olmadığımızı görmemiz de beklenmez mi?

Haluk Gerger, bu tartışmaları kitabında sonuçlandırmasa bile, bizlere gerçek bir tartışma zemini sunmaktadır. Aslında sosyalizm deneyimlerinde verilen kararların, bilimsel Marksizme uyup uymadığı ekseninde bir tartışma yapılması önerisinde Gerger yalnız değildir. Mao’nun, Sovyet İktisadının Eleştirisi kitabında bu eksende bir tartışma yürüttüğü görülebilir. Çin deneyimi olumlu sonuçlanmasa da Mao’nun tartışma düzleminin, bilimsel Marksizm referansı ile yürütülme çabası kitap boyu görülebilir.

Elbette bu konuda en yüksek değerlendirme düzlemini Che’de, onun Küba deneyimi başında, Sovyetler Birliği kaynaklı düşünceler ile yürüttüğü Büyük Tartışma kitabında gördüğümüzü söyleyebiliriz. Che, Marx’ın bilimsel çözümlemesini yapmaya çalışarak, döneminde kendisine dayatılan sosyalizm anlayışını kıyasıya eleştirir. Değer yasasının sosyalizmde işleyemeyeceğini tartışır. Paranın sosyalist bir sistem içinde sadece aritmetiksel bir dağıtım unsuruna indirgeneceğini söyler. Tüm bunları Marx’ın kapitalinin birinci kısmına yaslanarak çözümler.

Sonuç olarak

Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı kitabında, ütopik sosyalizmi açtıktan sonra, bilimsel sosyalizme geçebilmek için, ‘Hegelci diyalektikten’, ‘Hegel’in idealist yanılgısından’, ‘diyalektik ile metafizik karşıtlığından’ vb. bahsettiği bölümler sunar. Çünkü ütopik sosyalizmden çıkmanın başkaca bir yolu yoktur. ‘Değer biçimi’nin, ‘para biçimi’nin, toplumsal nesnellikler olduğunu bilimsel olarak sunabilmemiz için, ‘bilincin biçimleri’ olan kategorileri ve bu biçimlerin insan aklı dışına taşan ‘nesnellik’lerini görebilmemiz ve gösterebilmemiz gerekir. Bilincin kavram ve kategorilere yaslanan belirlenimlerinin, toplumsal olarak belirlendiğini söylemek yanlış bir eklektik sosyolojik saptama olurken, bilimsel sosyalistlerin, bilincin, toplumsal olarak oluşturulduğunu ve bu oluşumun içinde bilincin, toplumun varoluş etkinliğinin bilinç bileşeni olarak, etkinliğin sebep ve sonuçlarında içerildiğini görmesi ve gösterebilmesi beklenir. Dış dünya karşısında konumlanıp onu algılayan ve anlayan bir bilinç tarifi yanılgısına düşmeyip, bilincin ve algının, insanın yaşamsal faaliyeti içinde değiştirdiği ve bu nedenle algısının ve düşüncesinin kavram ve kategorilerini bir anlamda ‘içeren’ bir nesnel dünyaya baktığını görmemiz ve göstermemiz beklenir. İdeal biçimin nesnelliği tartışmasını en olgun noktasına ulaştırmış Hegel’in cevabını ve onu aşan Marx’ın, ideal çözümlemesini görmemiz ve göstermemiz gerekir.

Çürüyen burjuva sistemiyle beraber, tüm derinliğini kaybetmiş bir kuramsal düzlemde bu sorulara cevap üretmek değil bu soruların zorunlu olan varlığını görmek bile olası olmamaya başlamıştır. Pozitivizmin en kör metafiziğini, çok bilimsel doğrular olarak düşünen bir kuramsal düzlemden başka türlüsü de pek beklenemez zaten. Bu çerçeveye hapsedilmeye çalışılan bir Marx’dan üretilen, niceliksel değer teorilerinin geniş bir külliyatına sahibiz. Ricardiyen değer teorileri olarak ifade edilmekten çekinilmeyen ve bu yanlış perspektifin yarattığı her sorunu da Marx’ın teorisinin sorunu olarak gören Marksist olduğu iddiasındaki yazın da oldukça geniştir. Sraffa’lardan yana da, Dönüşüm Sorunu olarak ifade edilen emek saat çetelemelerini değer belleyenlerden yana da pek eksiğimiz yoktur. Tüm bu kuramsal sığlığın içinde, Haluk Gerger’in saptadığı gibi, ütopik sosyalist bir düşünceyi, bilimsel sosyalist bir kuram sanma yanılgısının içinde bulunup bulunmadığımız tartışmasını örmek hiç de gereksiz olmayacaktır.   

Sosyalizmin güncel sıkışmışlığını da geçmiş sosyalist deneylerin değerlendirmesini de, bilimsel sosyalizmin kuramsal derinliğine ulaşılıp ulaşılamadığı kıstası içinde yani Haluk Gerger’in de önerdiğini düşündüğümüz zemin içinde geliştirmenin zorunlu olduğunu düşünüyoruz ve bilimsel sosyalizmin muhataplarını, bilimsel Marksizmi kuramsal derinliğinin gerçekliği içinde tartışmaya çağırıyoruz.   

sendika.org sitesinde 21 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır


[1] Haluk Gerger, Anti-Marksist Devrimcilik, Yordam Yayınları, İstanbul, 2022, s.11

[2] Lenin, Felsefe Defterleri, çev. Attila Tokatlı, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1976, s.146

[3] Nail Satlıgan, “Marksist İktisat, Yeniden”, Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak, Kapital’in İzinde, Yordam Yayınları, İstanbul, 2012; Nail Satlıgan, “Değer Büyüklüklerinin Belirlenmesi Üzerine: Filolojik Bir Deneme”, a.g.y. ,s.167

[4] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Yayınları, İstanbul, 2011, s. 90

[5] a.g.y., s. 22

[6] a.g.y., s. 18

[7] Nail Satlıgan, “Marksist İktisat, Yeniden”, Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak, Kapital’in İzinde,   Yordam Yayınları, İstanbul, 2012, s. 16.

[8] Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi- 1.Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Yayınları, İstanbul, 2011, s. 86

[9] a.g.y., s.102.

[10] Evald Vasilyeviç İlyenkov, Diyalektik Mantık, çev. Alper Birdal, Yazılama Yayınları, İstanbul, 2009, s.258.

Yorumlar kapatıldı.